Telefon ahizesini uzatan otel resepsiyonunda görevli adamın yüzüne doğru dürüst bakamaz bile..
İstanbul’dan ailesinin gönderdiği para karşılayamıyordu gündelik harcamalarını.
Otele borcu birikmişti.
Bir anlık tebessümle ahizeyi eline alarak resepsiyon görevlisinden kaçırır bakışlarını..
Mefkure Hanım’dır arayan..
“Çabuk gel, akşama birisi hastalandı, onun rolünü oynayacaksın.”
Ulus’taki “Genç Palas” otelinin kapısından dışarı çıktığında hem mutlu hem çaresizlik içindedir.
Ankara’ya Devlet Tiyatrosu’na girmek için gelmişti.
Küçük Tiyatro’da oynanan “Tufan” adlı oyunun son sahnesinde rolü olan oyuncunun yerine çıkacaktı sahneye..
Romalı kıyafetleri içinde bir uzaylıyı oynayacaktı.
Biliyordu ki bu rol bir imtihandı kendisi için.
Devlet Tiyatrosu’na kabul edilip edilmemesi o sahnede göstereceği performansa bağlıydı.
Salondaki Muhsin Ertuğrul’un gözü kendisinde olacaktı!..
Ama çözmesi gereken daha büyük bir sorun vardı.
O akşam sahneye çıkabilmesi için dilekçe yazıp vermeliydi..
Elbette dilekçeyi yazardı ama Muhsin Ertuğrul’un sekreteri Mefkure Hanım dilekçeye mutlaka 15 liralık pul yapıştırılması gerektiğini üstüne basa basa söylemişti telefonda.
Oysa cebinde 5 kuruşu bile yoktu.
“Chopin” ile vedalaşma vakti gelmişti..
Başka çaresi yoktu.
Samanpazarı’ndaki bit pazarına gidecek ve “Chopin” adını verdiği lacivert pardösüsünü satacaktı.
Yolda karşısına çıkan seyyar fotoğrafçıya Samanpazarı’na nasıl gidileceğini sorar.
“Hayrola, bir şey mi satacaksın?” sorusu üzerine de adama üstündeki şık pardösüyü gösterir.
Fotoğrafçı, omuzlarından tutarak evirip çevirmeye başlar oyuncu adayını.
Genç adam, “Yahu yapma, herkes bize bakıyor, rezil rüsva olduk,” derken, pardösü çoktan çıkmıştı sırtından.
Astarı inceleyen fotoğrafçı sonunda ağzından çıkarır baklayı : “Ben buna 30 lira vereyim.”
Çok az diye itiraz etse de bit pazarında ilk fiyatı verene zaten satacağını düşünür.
Otuz lirayı alır almaz hızlı adımlarla yolunu tutar Küçük Sahne’nin.
Mefkure Hanım’a dilekçeyi ve 15 liralık pul parasını verip dışarı çıktığında, Kızılay’a doğru ilk adımlarını atarken, yağmur bastırır aniden.
Sanki Ankara’nın yağmurları yağmak için pardösüsünü sattığı günü beklemişlerdi.
Sırılsıklam âşık olduğu tiyatro sanatına profesyonel oyuncu olarak böyle adım atar genç adam.
O akşam, sahnede sergilediği oyunculuk çok beğenilir ve Devlet Tiyatrosu’na kabul edilir.
Cevat Başkut’un yazdığı “Kleopatra’nın Mezarı’nda” oyununda bir rol verilir kendisine..
Oyunun ilk perdesi, büyüler yaparak define arayan bir adamın, sahnenin bir köşesinde duran bulgur pilavını ve pideyi yiyerek orucunu bozmasıyla son bulmaktadır.
Perde inip de oyuncular sahneyi terk eder etmez çalakaşık pilava dadanır, her gece..
Devlet Tiyatrosu’na kabul edilmiştir ama cebinde parası yoktur yine de..
Bir gece, oyunun ilk perdesi kapanır kapanmaz, sahnedeki pilavı yemeye koyulurken yakalanır, arkadaşları tarafından..
Eyvah ki ne eyvah!
Ne de olsa sanatçının yediği, parası Devlet tarafından ödenen oyunun dekorudur.
Sonuçta, bulgur pilavı da olsa, dekorun bir parçasıdır yenilen!..
Kısa sürede meteliğe kurşun atan genç adamın her gece oyunun aksesuarını yediği Devlet Tiyatrosu’nun koridorlarında duyulur.
Şikayet üstüne şikayet..
Sanatçı, bir gece perde iner inmez kaşık daldırdığı bulgur pilavının çok daha kaliteli yağla hazırlandığını, üstelik sıcak olduğunu fark eder..
Pide de tazeciktir..
Dahası, oyunun aksesuarına bir de irmik helvası eklenmiştir..
Şikayetler Muhsin Ertuğrul’un kulağına kadar gitmiştir!..