Sanal Sosyal http://sanalsosyal.com.tr Wed, 19 Aug 2020 09:03:03 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.5 http://sanalsosyal.com.tr/wp-content/uploads/2020/06/cropped-ss-ico-32x32.jpg Sanal Sosyal http://sanalsosyal.com.tr 32 32 Son noktayı bence Mehmet Öz koymuş http://sanalsosyal.com.tr/son-noktayi-bence-mehmet-oz-koymus/ http://sanalsosyal.com.tr/son-noktayi-bence-mehmet-oz-koymus/#respond Wed, 19 Aug 2020 09:02:41 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9730 Dr. MEHMET ÖZ Yıllardır doğru düzgün girmediğim facebooka bu virüs yüzünden girip bir şeyler yazayım istedim çünkü neredeyse 15 ocaktan bu yana, yani 2 aydır bu hastalık üzerine bilimsel makaleler de dahil çok fazla okuma yaptım. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Bu virüsten kaçış yok arkadaşlar. İstisnasız hepimiz yakalanacağız. Ama ne kadar geç yakalanırsak o […]

Bu içerik izzet tarafından Son noktayı bence Mehmet Öz koymuş başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Dr. MEHMET ÖZ

Yıllardır doğru düzgün girmediğim facebooka bu virüs yüzünden girip bir şeyler yazayım istedim çünkü neredeyse 15 ocaktan bu yana, yani 2 aydır bu hastalık üzerine bilimsel makaleler de dahil çok fazla okuma yaptım.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Bu virüsten kaçış yok arkadaşlar. İstisnasız hepimiz yakalanacağız. Ama ne kadar geç yakalanırsak o kadar iyi, bunu en sonda açacağım. Aynen grip virüsünde olduğu gibi önümüzdeki yıllar, on yıllar boyunca bu virüsle yaşamayı öğreneceğiz. Emin olun bu kesin. Şu an alınan kaZodiacina, tatil, izin vb önlemlerinin tamamı virüsün yayılma hızını yavaşlatıp, sağlık sektörünün çökmemesini sağlamak üzere alınıyor.

Çok hızlı yayılımda hastanelerin yoğun bakım üniteleri çıkmaza giriyor ve bilamecbur İtalya örneğinde olduğu gibi hangi hastanın yaşayacağına, hangisinin öleceğine karar verilmesi gereken berbat bir durum ortaya çıkıyor.

Virüs dediğimiz şeyler aslında öldürücü, şeytani birer düşman değiller. Onlar da aynen bizim gibi üzerinde konuşlandıkları alan sayesinde yaşayan canlılar. Zaten genelde hayvanlardan bize geçiyorlar ve evet, hayvanları genelde öldürmüyorlar. Çünkü kendileri de yaşamak için üzerinde yaşadıkları canlılara muhtaçlar. Yüzyıllardır hayvanlarla beraber yaşamaya alışmışlar.

E peki biz neden ölüyoruz? Çünkü birbirimizi tanımıyoruz. Virüs kendini hala hayvan vücudunda zannediyor. Yeni yerleştiği konağın şartlarını henüz bilmiyor. Belli bir süre geçtikten sonra hem bizler onlara bağışıklık kazanacağız hem de onlar kendi sonsuz yaşamları için mutasyona uğrayacaklar. Böylece beraber yaşamaya alışacağız.
Mesela aranızda herpes labialis adlı virüsü duyan oldu mu hiç? Duymadınız ama kendisi dünyanın en yaygın virüslerinden birisi ve bir kere vücudumuza girdikten sonra biz ölene kadar vücuttan atılamıyorlar. Peki ne yapıyor bu virüs? Dudağınızda uçuk çıkarıyor. O kadar işte. Bizi öldürmüyor çünkü biz ölürsek kendisi de yaşayamıyor.

Grip virüsü de hemen hemen öyle. Öldürücülük oranı %0.1 civarı ve genelde zaten vücudunda kronik sorun olanları öldürüyor. Her sene ve her sene dünyada yarım milyar insan grip virüsüne yakalanıyor. Bu şekilde birlikte yaşamaya alıştığımız tonla virüs var. Corona virüsler (sars, mers vb) ile de yaşamaya alışacağız (tabii mers ile belki 1000 yıl sonra).

Sadede gelirsem, dediğim gibi hepimiz bu virüse yakalanacağız. Hatta belki birçoğumuz yakalandı bile ama fark etmedi. Ve hatta hastalığı da atlattı. Vücudu virüsle yaşamaya çoktan alıştı ya da virüs o vücutta yaşayamadı ve başka konaklara geçti. Bu konuda en güzel örnek Diamond Princess gemisi. Gemideki 3700 kişinin 700’ünde test pozitif çıkmış. Ama bu 700 kişinin 350’si hastalığı hissetmemiş bile. Ve hala da çok sağlıklılar. Yatak döşek yatmıyorlar. Ki yaş ortalamaları da baya yüksek.
Peki neden böyle? Çünkü o 350 kişinin bağışıklık sistemi çok güçlü. Yani bu hastalıkta en önemli şey bağışıklık sistemi. Aramızda bağışıklığı iyi olanlar, spor yapanlar, doğru besinleri alanlar, sigara içmeyenler vb. bu hastalığı belki hissetmeyecek bile. Belki hafif bir grip gibi atlatıp hayatlarına devam edecekler.

Ne yapmak gerekiyor? Öncelik vücut direnci. Spor ve hareket. Sonrası beslenme. Özellikle meyve sebzeler ile daha spesifik şeyler, mesela sarımsak, yoğurt, kefir, yeşil çay vb. Sonrası ise besin takviyeleri. Özellikle c vitamini, çinko, beta glukanlar (1.3 ve 1.6) ve kara mürver ekstresi. Meyve sebzeler ve takviyeler eğer kendinize de dikkat ederseniz bu kışı atlatmanızı sağlayabilir. Çünkü bağışıklık sistemini çok dirençli hale getiriyorlar.

Dediğim gibi, bu virüsle yaşamaya alışın. Önümüzdeki yıllarda, hatta belki aylar ya da haftalarda mutasyona da uğrayacak, ya daha ölümcül olacak, ki kendi de kaybeder, bu yüzden bunu düşük olasılık görüyorum, ya da o da bizimle yaşamayı öğrenecek. Aşısı bulunsa bile mutasyona her uğradığında aşı işlevini kaybedecek. Grip aşıları da öyledir. Sizi sadece geçmiş senelerin grip virüslerinden korur. Yenilerinden değil. Yani tam koruma sağlamaz. Tam koruma her zaman için bağışıklık sisteminizdir.
Fakat dediğim gibi virüsün canlılığını devam ettirebilmesi için bulunduğu konağı öldürmemesi ve başka konaklara geçebilmesi gerekiyor. Bunun için de mecburen mutasyona uğramak zorunda. Mutasyon dediğimiz şey ise nesille alakalı ve virüsler çok hızlı üreyip öldükleri için bizlerde yıllar alan nesil değişimi onlarda saatler alabiliyor. Bu sayede çok hızlı mutasyon geçiriyorlar. Ve büyük bir olasılık süre geçtikçe virüs bulaştığı kişiyi öldürmeyecek şekilde mutasyon geçirecek. Yani bu virüsü ne kadar geç kaparsanız tehlikesi o kadar az olacak.

Evet, hepimize uğrayacak bu virüs ama ne kadar geç uğrarsa o denli şanslı olacağız. Bu yüzden olabildiğince evden çıkmamak, hijyene dikkat etmek, gerekli şekilde beslenmek, hareket etmek ve gerekli takviyeleri almak gerekiyor. Bunları yapanlar emin olun hepimizden uzun yaşayacak.

Özet

1- Kendinizi kaZodiacinaya alın. Virüsle en geç temas edenler en şanslıları olacak

2- Hijyen. Olabildiğince temizliğe dikkat edin.

3- Meyve sebze yiyin.

4- Bağışıklığa iyi gelen sarımsak, kefir, yoğurt gibi besinler tüketin.

5- Bağışıklığa çok iyi gelen besin takviyeleri ve vitaminler alın. Örnek: beta glukanlar, c vitamini, çinko, kara mürver ekstresi vb.

6- Hareket edin ve evinizde spor yapın.

7- Sigarayı bırakın.

8- Bol su için.

Lütfen telefonunuzda kayıtlı herkesle paylaşın

Sağlıklı günler dilegiyle

Bu içerik izzet tarafından Son noktayı bence Mehmet Öz koymuş başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/son-noktayi-bence-mehmet-oz-koymus/feed/ 0
AYAKKABI http://sanalsosyal.com.tr/ayakkabi/ http://sanalsosyal.com.tr/ayakkabi/#respond Wed, 19 Aug 2020 08:57:37 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9823 Otuz yaşlarındaki kadın elinde naylon iplerle örülmüş eski Pazar çantasıyla birlikte semt pazarını baştan sona ikinci kez geçiyordu. Sebze ve meyvelerin Fiyat etiketleri o kadar pahalı geliyordu ki dönüp tekrar bakıyordu.En ucuz olan patates ve soğan idi, bakla zamanı geçtiği için ucuzdu, taze fasulye yeni çıkmaya başladığı için parası olan baklaya bakmıyordu bile. Bir kilo […]

Bu içerik izzet tarafından AYAKKABI başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Otuz yaşlarındaki kadın elinde naylon iplerle örülmüş eski Pazar çantasıyla birlikte semt pazarını baştan sona ikinci kez geçiyordu.

Sebze ve meyvelerin Fiyat etiketleri o kadar pahalı geliyordu ki dönüp tekrar bakıyordu.En ucuz olan patates ve soğan idi, bakla zamanı geçtiği için ucuzdu, taze fasulye yeni çıkmaya başladığı için parası olan baklaya bakmıyordu bile. Bir kilo bakla aldı, bir kilo bulgur İle makarna aldı, parası bitmişti.

Evde bardak kalmamıştı su bardağı almak için cam eşyalar satan satıcıya yönlendi, sonra vazgeçti.

Yanında on yaşlarında cılız, kömür karası saçlı, zeytin gözlü ürkek bakışlı kızı vardı.

Kızın gözü meyve tezgahlarında dolaşıyor arada bir kaçamak gözlerle annesine bakıyordu. Annesinin ince dudakları ve yüzü gergindi. Annesi sinirliyken sessiz kalması gerektiğini biliyordu. Yutkundu canı al kırmızı küpe gibi tezgahta parlayan kirazlara takıldı. Yeni çıkan kirazlar çok pahalıydı. Tadımlık bile almaları mümkün değildi.

Küçük kız dönüp, dönüp kiraz tezgahına baktı, sonra başını önüne eğdi ve annesinin parmaklarını sıkarcasına elini tuttuğu için adeta sürüklenir gibi annesini takip etti.

Ayaklarında mor naylon lastikler vardı ve arkasından yırtılmıştı, her adımda ayağından çıkıyordu. Bu hafta ayağına naylon lastik alamayacaklarını biliyordu. O sebeple hiç sesini çıkarmadı.

Pazar alışverişleri bitmiş evlerinin olduğu sokağa doğru yaklaşmışlardı.

Komşularının kızı Ayşe ile babası iki ellerindeki Pazar çantalarını zor taşıyorlardı.

Annesi adımlarını yavaşlattı ve onları geçmeden yürümeye gayret etti. Küçük kızın yaşı küçük olmasına rağmen ellerindeki Pazar torbasının boş oluşundan dolayı annesinin utandığının farkındaydı.

Ayşe geriye döndü ve onları gördü, babasının elinden çekip arkadaşını göstermeye çalıştı, babası yarım döndü ve hemen yürümeye başladı.

Kenar mahallede kocası hapishane olan bir kadınla değil konuşmak, selamlaşmak bile yanlış anlaşılırdı.

Ayşe ve babası sanki adımlarını hızlandırmış gibi yürüyüp kendi evlerinin sokağına saptılar.

Küçük kız İle annesi onlar uzaklaştıktan sonra adımlarını hızlandırıp kendi evlerinin olduğu yokuşu tırmandılar.

Ahşap bahçe kapısını gıcırtılarla itip, gecekondunun olduğu bahçeye girdiler.

Bahçede tahta bir masa İle dört tane tahta sandalye vardı. Yağmurdan kararmış, yer, yer budak deliklerinden çürümeye başlamıştı.

Küçük kızın annesi elindeki eski Pazar çantasını adeta fırlatır gibi masanın üzerine attı.

Sandalyede oturan yaşlı kadın her Pazar günü aynı durumu yaşadığı için alışkındı fakat gene de yüreğinde taşıdığı taşlar yerinden oynadı ve ağırlıklarını hissettirdiler.-Pazar pahalımıydı?

-İşte aldıklarım ortada, bir hafta koklaya, koklaya yeriz. Beş kuruş kalmadı. Su bardağı alacaktım alamadım onun yerine bulgur aldım.

-Ben komşunun attığı zeytinyağı tenekesinin kapağını kestim, taş İle kenarlarını bastırdım. Siz su içmezseniz ondan o benim bardağım olsun, yeni bardak alman gerekmez, ben onunla idare ederim.

-Şu halimize bak, dilenciye döndük.Çöpten teneke alıp su bardağı yapıyorsun!El alem ne der, bir gören olmuştur!

-Kimse görmedi merak etme, hem görse ne olacak. Aç mısınız, açık mısınız diye soran Yok, kınayan kendini kınasın, insanlık hali.Oğlum içeriden çıkınca bardak alırsın.

Genç kadın Pazar torbasını alıp gecekondunun içine girdi.

Haksızlıklara tahammül edemeyen, kocası hakkını aradığı için işyerinde saldırıya uğramış çıkan arbedede bir arkadaşını yaralamıştı.İçeri girince de bir hadiseye karışmış bir yıldır tutukluydu.

Genç kadın çeyizlik dantel örüp ekmek parasını kazanmaya çalışıyordu. Kazandığı para İle ancak karınları doyuyordu.

Yaşlı kadın üzüldü ve “ben kızıma gideyim biraz, bir Boğaz eksilsin.” dedi.İçeriden çıkan genç kadın hışımla, “git kızına git sen, o vakit it kopuk yalnızım diye kapıma gelsin!”

Sustu kadınlar, o sessizlik o kadar çok duygu ve düşünce yüklüydü ki hava ağırlaştı.Yaşlı Kadın sessizce akan gözyaşlarını namaz başörtüsünün ucu İle kuruladı.

Bir yıldır yediği her lokmaya göz yaşı katık oluyordu.

Genç kadın içeride küçük tüpte bulgur pilavı pişirdi, yanına soğan doğradı, küçük tencereden üçü de yiyip doydular.

Akşam ezanı vakti bahçedeki tahta kapıya birisi vurdu ve içeriye seslendi.Küçük kız koşarak kapıyı açtı.

Yan gecekonduda oturan yaşlı kadın elimde bir paket İle kapıda dikiliyordu. Küçük kızın başını okşadı ve içeri girdi.

Eski divanın kenarına ilişti, elindeki torbadan kırmızı renkli naylon ayakkabı çıkardı ve küçük kızın ayağına giydirdi.

“Bizim adama pazardan naylon ısmarlamıştım, gitmiş hem kırmızı rengi almış hemde küçük numara almış, ayağıma olmadı bende Ceylan kızıma getirdim olursa o giysin diye.”

Küçük kızın ayağına ölçüpte almış gibi tam oldu kırmızı naylon ayakkabılar. Evde ceylan gibi sekti küçük kız ve yüreği kırlarda koşar gibi sevinç doldu.

Yaşlı kadın kese kağıdını genç kadına uzattı. Bizim adam Pazar görmeyi bilmez, gitmiş bir okka kiraz almış, iki kişi nasıl yiyelim o kadar kirazı diye birazını size getirdim.

Şimdi nerede kaldın diye sorar bana, ben kalkayım, sofrayı ortada bırakıp geldim, size iyi akşamlar.”

Sessizce yaşlı kadın kendi evine gitti. Gelin, kayınvalide şaşkınlıkla birbirinin yüzüne baktılar. Yaşlı komşuları Hızır gibi yetişmişti.

Üçünün de gözleri tabaktaki cam gibi parlayan kırmızı kirazlara gitti ve ağızlarına attıkları her kiraz tanesi huzurlu su gibi aktı midelerine.

Yan gecekonduda yaşayan emekli yaşlı amca iki gün önce küçük Ceylan’ın ayağındaki lastiğin topuk tarafının yırtık olduğunu görmüş ve onu çağırıp naylonun arka tarafını yorgan iğnesi İle dikmişti ve o sırada altındaki numaraya bakmıştı.

Naylon dikilen yerlerden de yırtılmıştı tekrar.

Bugün Pazar alışverişini yaparken yarım kilo kiraz almıştı ve küçük kızın kirazlara nasıl baktığını uzaktan görmüştü.Kendilerine bir avuç kiraz ayırıp gerisini komşuya göndermişti.

Radyodan akşam havadislerini dinlerken memur emeklisine şu kadar zam haberini duyunca mutlu olmuş.

Komşudan gelen karısına “bak hanım maaşıma zam gelmiş, bir ay zammı geç aldım sayarım, Ceylan kızım sevdi mi naylonları?”

Gözleri nemlenen yaşlı kadın, kocasının merhametine hayrandı, elindeki İle yetinmesini bildiği gibi insanları mutlu etmeyi de bilirdi.

Karısına mavi ortanca çiçekli kenarı oyalı yazmayı verdi ve onun başındaki yazmaya sevgi İle baktı.Ona da hediye almayı unutmamıştı.Candan alınan her hediye çok değerliydi.

“Sevinmez olur mu yavrucak uçtu mutluluktan, asıl sen kiraza bakışlarını bir göreydin bey, yüreğimin yağı eridi, sanarsın bir tabak altın götürdüm gibi yüzleri ışıldadı. Yesin garipler, verdikçe artar bereket.”

Kadın mavi salkımlı ortanca çiçekli yazmayı başına taktı ve adeta gençlik günlerindeki gibi yüreğinde kelebekler uçtu.İyi ki merhametli bir adama denk gelmişim diye gülümsedi.

Yaşlı çift tarhana çorbasına kaşıkları daldırıp, patatesli gözlemeden koparıp katık ettiler.

Bal, börek yemiş kadar mutlu ve huzurlu, yemekten sonra nohut karışık kahveyi kallavi fincanlarda karşılıklı sohbetle, keyifle içtiler.

Alıntı.

Bu içerik izzet tarafından AYAKKABI başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/ayakkabi/feed/ 0
GÖRECELİLİK İLE BAŞLAYAN EFSANE ZEKA http://sanalsosyal.com.tr/gorecelilik-ile-baslayan-efsane-zeka/ http://sanalsosyal.com.tr/gorecelilik-ile-baslayan-efsane-zeka/#respond Wed, 19 Aug 2020 08:50:55 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9825 Hikaye 1936 yılında Denizli’nin Acıpayam ilçesinde görevli öğretmenlerin pikniğe gitmeleriyle başlıyor. Öğretmenler piknik yaparken keçilerini otlatan küçük bir çoban çocukla karşılaşır. Çobanı yanlarına davet edip çay ikram ederler ve ismini sorarlar. Küçük çoban ürkek bir sesle cevap verir: Hüseyin.. Hüseyin’e öğretmenler yanlarındaki gazeteyi verip okumasını isterler. O tarihlerde okuma yazma bilenlerin sayısı o kadar azdır […]

Bu içerik izzet tarafından GÖRECELİLİK İLE BAŞLAYAN EFSANE ZEKA başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Hikaye 1936 yılında Denizli’nin Acıpayam ilçesinde görevli öğretmenlerin pikniğe gitmeleriyle başlıyor. Öğretmenler piknik yaparken keçilerini otlatan küçük bir çoban çocukla karşılaşır. Çobanı yanlarına davet edip çay ikram ederler ve ismini sorarlar.

Küçük çoban ürkek bir sesle cevap verir: Hüseyin.. Hüseyin’e öğretmenler yanlarındaki gazeteyi verip okumasını isterler. O tarihlerde okuma yazma bilenlerin sayısı o kadar azdır ki.. Okuma öğrenenlerin diplomaları bizzat valiler tarafından imzalanır..

Hüseyin okuma bilmediği için gazeteyi eline almayı kabul etmez.. Öğretmenler bu kez yaşını ve neden okula gitmediğini sorar.. 12 diye cevap verir ve ekler: 3 yaşımda annemi kaybettim, 11’imde de babamı.. Hüseyin ile bir süre sohbet eden öğretmenler, çocuğun aslında çok zeki olduğunun farkına varırlar. Mutlaka okuması gerektiğini tembih ederler..

Hüseyin, karşılaştığı öğretmenlerin verdiği destek ve heyecanla Denizli’de parasız yatılı okumaya başlar. Bir süre sonra katıldığı bir matematik yarışmasında Hüseyin’e bir kitap hediye edilir. Hüseyin kitabı bir gecede bitirir.

Ertesi gün Fen Bilgisi öğretmenine gider, “Bu kitapta eksiklik var” der.. Öğretmen şaşırır. Çünkü Hüseyin’in bahsettiği eksiklik, Görecelilik Teorisi hakkındadır. Söz konusu teorinin önemli bir parçasının kitapta olmadığını fark etmiştir Hüseyin. Fen öğretmeni konuyu İTÜ’nde kendi hocası olan rahmetli fizik profesörü Nusret Kürkçüoğlu’na mektup yazarak iletir.

Nusret hocadan şu yanıt gelir: “Hüseyin liseyi bitirince İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği’ne gelsin” Ve Hüseyin mezun olunca İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği’ne gider. Denizlili öksüz ve yetim çoban Hüseyin, orada da birtakım çalışmalar yapar ve çalışmalarını hocaları anlayamaz.

Hocalarından biri, “Bu çalışmalarını bilse bilse Amerika Boston’daki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) görevli Prof. Dr. Morse bilir’ deyip mektupla ona gönderir. Prof. Morse’dan da şöyle bir cevap gelir: “Hüseyin’in bu yaptığını 5 sene önce bir grup buldu, ama bunu Hüseyin’in tek başına bulması olağanüstü bir şey. Biz Hüseyin’in tüm masraflarını karşılayacağız, Amerika’ya gelsin” Yıl 1952.. Hüseyin yüksek elektrik mühendisi olmuştur. Anne baba yok. Köyünün insanları son derece fakir.

Bir gazete kampanya yapar ve toplanan parayla Hüseyin Amerika’ya giden bir gemiye bindirilir. Hüseyin, MIT’te Prof Morse’un karşısına geçer. Morse, Hüseyin’in tez hocası olacak ama Hüseyin’in İngilizcesi de iyi değil. Anlayamıyor pek Morse’un dediklerini. Hocasına “Write on the blackboard” der.

Prof. Morse da Hüseyin’in tez konusu olacak konuyu tahtaya yazar ve Hüseyin de bunu defterine geçirip üniversiteden ayrılır. MIT’te genelde tez konuları 5 senede, 9 senede bitirilebiliyor olmasına rağmen Hüseyin çalışmasını 3 ay sonra bitirip hocasının karşısına çıkar.

Morse birkaç gün sonra tezi inceleyip Hüseyin’i çağırır. “Senin tezin bitti. Ancak burası MIT. Biz burada böyle hemen doktora diploması veremeyiz. Sen git istediğin dersleri al, 2 sene sonra gel” der. Hüseyin 2 sene sonra doktorasını alıp bu kez Princeton Üniversitesi’ne gider.

Orada ünlü fizikçi Albert Einstein ile birlikte çalışır. Birkaç yıl sonra Boston’a geri dönüp icatları destekleyen bir firmada çalışmaya başlar. Burada bilgisayarlar ile konuşmanın onlara talimat vermeye yönelik projeler yürütür. Sesle kumanda edilen bilgisayarı ilk defa 1960’ların başında Hüseyin Yılmaz yapar. 1958 yılında, çalışmalarını yakından takip ettiği Albert Einstein’in kendisi kadar ünlü fonksiyon teorisinde eksikler tespit eder ve bunu bir mektupla kendisine bildirir. Ancak mektup ulaşmadan Einstein ölür.

Yılmaz, bu hatayı ünlü bir bilim dergisinde yayımlayınca akademik dünyada adeta kıyamet kopar. Bilim dünyası ikiye bölür ve Einstein’in kuramına karşı Yılmaz kütle çekim kuramı da literatüre girer. 27 Ocak 2013’te ise ABD’de vefat eder.Bugün dünyada çok popüler olarak kullanınan Siri, Google Now, Cortana gibi bütün programlardaki sesli komut sistemin mucidi Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz’dır..

alıntıdır

Bu içerik izzet tarafından GÖRECELİLİK İLE BAŞLAYAN EFSANE ZEKA başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/gorecelilik-ile-baslayan-efsane-zeka/feed/ 0
BÜYÜDÜĞÜM GÜN http://sanalsosyal.com.tr/buyudugum-gun/ http://sanalsosyal.com.tr/buyudugum-gun/#respond Wed, 19 Aug 2020 08:47:18 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9821 On üç yaşındaydım. Ortaokula gidiyordum. Babam öleli iki yıl olmuştu. Yoksul düşmüştük. Annem terzilik yapıyordu, zar zor geçiniyorduk. Büyük bir evin iki odasında oturuyorduk. Kitaplarımın çoğu noksandı, okul çantam bile yoktu. Bayram geldi. Annem ne yaptı etti, bana bir ayakkabı aldı, bir pantolonla bir gömlek dikti. Sabah erkenden kalkıp giyindim. Bir gün önceden sözleşmiştik, iki […]

Bu içerik izzet tarafından BÜYÜDÜĞÜM GÜN başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
On üç yaşındaydım. Ortaokula gidiyordum. Babam öleli iki yıl olmuştu. Yoksul düşmüştük. Annem terzilik yapıyordu, zar zor geçiniyorduk. Büyük bir evin iki odasında oturuyorduk. Kitaplarımın çoğu noksandı, okul çantam bile yoktu.

Bayram geldi. Annem ne yaptı etti, bana bir ayakkabı aldı, bir pantolonla bir gömlek dikti. Sabah erkenden kalkıp giyindim. Bir gün önceden sözleşmiştik, iki arkadaşım beni evden alacaklar, birlikte bayram yerine gidecektik. Atlı karıncaya, kiralık bisikletlere binecektik, Tatlıcıda tatlı yiyecektik. Belki sinemaya da gidecektik. Annemden para istedim. “Paramız yok oğlum” dedi. Çılgına dönmüştüm, arkadaşlarım neredeyse geleceklerdi. Onlara ne diyebilirdim? Parasız olduğumuzu, bu yüzden bayram yerine gidemeyeceğimi söyleyemezdim ya…

Hırçınlaşmıştım, üstümdekileri çıkarıp duvarlara atmaya başladım. Beni üzgün üzgün seyreden annem, o zaman dolaptan çantasını çıkardı, para aradı. Bula bula bir lira buldu. Kadıncağızın bir lirası kalmıştı yalnız. Bütün parası oydu. O bir lirayı bana uzattı: “haydi giyin” dedi, bir lira yetmez mi? …

Bir lira o zaman büyük paraydı. Oraya buraya attığım elbiselerimi ayakkabılarımı topladım. Yeniden giyindim, paramı cebime koyup arkadaşlarımı beklemeye başladım. Geldiler. Biraz oturdular. annem onlara şeker ikram etti, ikisini de okşadı, öptü. Sonra; “haydi artık gidin” dedi. Güzel güzel eğlenin!

Sokağa çıktık. Çok neşeliydim, kabıma sığamıyordum. Fakat köşeyi dönerken evimize baktım, Annem pencereden uzanmış, gülümseyerek bana el sallıyordu. O zaman içimden bir ağlamadır geldi, gözlerim dolu dolu oldu.

Tıkanıyordum. Ağladığımı belli etmemeye çalışarak arkadaşlarıma: “Ben gelmeyeceğim” dedim. Neden olduğunu anlamadılar. Biri: “Paran yok ondan gelmiyorsun” dedi. Alay ederek, elimi cebime attım ve bir lirayı çıkarıp gösterdim: “İşte para!” dedim.

Beni orada bırakıp gittiler. Sokaklara gelişi güzel dalarak bir süre sersem sersem dolaştım. Kimseye göstermeden doya doya ağladım, sonra gözlerimi sildim, elimden geldiği kadar neşeli olmaya çalışarak eve döndüm. Annem beni görünce: “Neden döndün?” diye sordu. “Canım istemedi.” dedim ve cebimden bir lirayı çıkarıp anneme uzattım.

Zavallı kadıncağız, çok şaşırdı, parayı elimden alıp masanın üstüne koydu. Sonra beni kucakladı, göğsüne bastırdı. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ben ağlamıyordum artık. sokakta doya doya ağlamıştım. Annemin yüzünü öptüm, Ağlamamasını söyledim.

Artık üzüntülü değildim. Bayram yerine gidemediği için üzülmek benim gibi koca bir çocuğa, bir ortaokul öğrencisine yakışmazdı. Olgun bir adam olmuştum birdenbire.

Melih Cevdet ANDAY -TUTUKLU- “TİRAD”

Bu içerik izzet tarafından BÜYÜDÜĞÜM GÜN başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/buyudugum-gun/feed/ 0
SANDALCIYA KIZARKEN OLANLAR http://sanalsosyal.com.tr/sandalciya-kizarken-olanlar/ http://sanalsosyal.com.tr/sandalciya-kizarken-olanlar/#respond Wed, 19 Aug 2020 08:44:19 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9827 Geçmiş vakitlerin birinde alimin biri, boğazın öbür yakasına geçmek için bir sandalcının yanına gelerek ona sorar: – Karşıya geçirmek için ne kadar para alıyorsun? – Garşuya bir liraya geçürüm efendü. Alim, sandalcının bu bozuk Türkçe ile verdiği cevabı beğenmez. – Bu ne biçim konuşma böyle? Yoksa sen dilbilgisi bilmiyor musun? – Yok ağam, güççükken haytalık […]

Bu içerik izzet tarafından SANDALCIYA KIZARKEN OLANLAR başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Geçmiş vakitlerin birinde alimin biri, boğazın öbür yakasına geçmek için bir sandalcının yanına gelerek ona sorar:

– Karşıya geçirmek için ne kadar para alıyorsun? – Garşuya bir liraya geçürüm efendü. Alim, sandalcının bu bozuk Türkçe ile verdiği cevabı beğenmez. – Bu ne biçim konuşma böyle? Yoksa sen dilbilgisi bilmiyor musun? – Yok ağam, güççükken haytalık ettük, okuyamaduk! – Tüh, yazık sana! Desene gitti hayatın dörtte biri!

Bir müddet gittikten sonra dil alimi tekrar sorar: – Allah bilir şimdi sen, matematik de bilmezsin!

– Yok beğüm! Onu da bilmem! Dedik ya, güççükken haylazluktan okula gidemedük!

– Tüh yazık, yazık! Hayatının dörtte biri daha boşa gitti!

Bir müddet daha yol aldıktan sonra alim, tekrar sorar:

– Sakın fizik ve kimya okumadum deme!

– Belki hayatımın dörtte birü daha boşa getti; ama o dediklerini de bilmem efendü, vaktinde öğrenemedük işte!

– İyi de sandalcı! Dilbilgisi bilmezsin; matematik, fizik ve kimya da bilmezsin; sen ne diye yaşarsın?

Bu arada hava bozulmaktadır. Sandalcı büyük bir fırtınanın geleceğini anlar. Alime sorar:

– Efendü, yüzme bilüsünüz deel mi? Dil alimi, sandalcının bu sorusundan endişeye düşer, bir korkudur başlar. Sandalcıya yalvaran gözlerle cevap verir: – Sandalcı ağa! Ben yüzme bilmiyorum! Çocukluktan beri o ilmi öğren, bu ilmi öğren derken yüzme öğrenmeye fırsat bulamadım.

– Aha! N’apcan şimdi! gittü hayatunun dörtte dördü!

Bildikleriyle övünen insan, bilmediklerinden dolayı dövünmeyi de hak eder…

alıntıdır

Bu içerik izzet tarafından SANDALCIYA KIZARKEN OLANLAR başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/sandalciya-kizarken-olanlar/feed/ 0
Yaşamda Bir Tat Vardı http://sanalsosyal.com.tr/yasamda-bir-tat-vardi/ http://sanalsosyal.com.tr/yasamda-bir-tat-vardi/#respond Wed, 19 Aug 2020 08:40:38 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9829 Kredi kartı nedir bilmezdik O yıllar O yüzden bakkala falan borç yazdırırdık. Bakkallar süpermarket olmadığı için haciz falan gelmezdi. Öğretmenler saygı görürdü. Ana baba gelip höt zöt edemezdi… Öğretmenlerden gizli sigara içmek cesaretti ama, okul önünde uy*şturucu satmak akla hayale bile gelmezdi!… Komşunun çocuklarını istediğin gibi öper koklar oynardın.. Kimse “ulan çocuğu taciz mi edecek” […]

Bu içerik izzet tarafından Yaşamda Bir Tat Vardı başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Kredi kartı nedir bilmezdik O yıllar O yüzden bakkala falan borç yazdırırdık. Bakkallar süpermarket olmadığı için haciz falan gelmezdi.

Öğretmenler saygı görürdü. Ana baba gelip höt zöt edemezdi… Öğretmenlerden gizli sigara içmek cesaretti ama, okul önünde uy*şturucu satmak akla hayale bile gelmezdi!…

Komşunun çocuklarını istediğin gibi öper koklar oynardın.. Kimse “ulan çocuğu taciz mi edecek” diye seni kollamazdı.

Semtlere göre okul farkı yine vardı ama kimsenin anası babası “benim çocuğum onunla, bununla aynı sınıfta olamaz” diyemezdi.. Ayıptı, günahtı, gerçekten Allah’tan da kuldan da utanırdı insanlar.

* Sokaklar böyle boş ve ruhsuz değildi, herkes sokaklardaydı aksine kimse eve girmezdi, büyükler çay, kek, börek sohbete dalarken, çocuklar sokaklarda tipi tip, gazoz kapağı, misket, yakar top, çelik çomak, uzun eşşek, saklambaç oynar, gençler mahalle maçları yapardı.

* O zamanda televizyon vardı ama her evde bulunmazdı, siyah beyazdı herşey ama yaşamımız renkliydi. Böreğimizi, çekirdeğimizi alır Tv olan komşumuza sinemaya gider gibi giderdik.

* Herkesin televizyonu yoktu, filmler diziler kısıtlıydı ama bizim Teksas, Tommiks, Zagor, Mandreke gibi KOLLEKSİYONLARINI yaptığımız çizgi kahramanlarımız vardı.

* Ya komşuluk? Bayramlar da başkaydı, öyle seyahatler, tatil vs yoktu. Ayırım, ötekileştirme, öteleme yoktu. Gayrı müslim komşularımızla bayramlarımızı ve bayramlarını beraber kutlardık.

* Sabah evden çıkar akşama kadar sokakta oyun oynar, komşu evinden su içer, yemek yer yine oyuna koşardık. Şimdi iki çocuğum var bırakın sokakta oynatmayı kapımın önündeki bahçemizde bile tek başına bırakıp da oynatamıyoruz

* Aynen anlatıldığı gibi gelecek korkumuz yoktu. kin, nefret nedir bilmezdim. öteki, beriki bilmezdik evet eski TÜRKİYE çooooook güzeldi

* Acılarımızı paylaşırdık, ya bana birşey olursa diye bu kadar dertlenmezdik, birimizde cenaze olsa yasını bütün sokak tutardık.

* Sevmek öyle kolay değildi, aşk emek isterdi, yürek isterdi, öyle üç günlük aşklar yoktu, yıllarca içinden sever ama söylemeye korkardın, sevdin mi adam gibi severdin.

* Komsu kızları komsu erkek çocuklarına emanetti. Çocuklar oynarken gece 22.00 23.00′ lere kadar anne baba bahçelerde komşularla oturur bizler oynardık ama hiç kimse kimseye kötü gözle bakmazdı.

* Komsu Ayse abla hadi yavrum bana 2 ekmek alıver dese, sorgulamadan, düşünmeden gidiyordun.

* İnsanlar insandı, adamlar adam, komşular komşu, hüzünler ve sevinçler ortaktı, yaşamda bir tat vardı.

Kısacası yaşamaktan da zevk alırdık, mücadele etmekten de …

alıntıdır

Bu içerik izzet tarafından Yaşamda Bir Tat Vardı başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/yasamda-bir-tat-vardi/feed/ 0
NE DİLEDİĞİNE DİKKAT ET http://sanalsosyal.com.tr/ne-diledigine-dikkat-et/ http://sanalsosyal.com.tr/ne-diledigine-dikkat-et/#respond Wed, 19 Aug 2020 08:31:25 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9833 Hepimiz hayatımızda elde etmek istediğimiz şeylerin peşinde koşuyoruz. Bu statü, para, aşk, komşunun arabası, akrabanın yazlığı, herhangi bir şey olabiliyor. Mutlu olmak istiyoruz ve paramız olunca, ve ya bizi terk eden sevgili geri dönünce mutlu olacağımızı düşünüp sürekli istemeye odaklanıyoruz. Çok önemli bir detayı da gözden kaçırıyoruz ve ya düşünmek işimize gelmiyor: Evren yasaları. Evrende […]

Bu içerik izzet tarafından NE DİLEDİĞİNE DİKKAT ET başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Hepimiz hayatımızda elde etmek istediğimiz şeylerin peşinde koşuyoruz. Bu statü, para, aşk, komşunun arabası, akrabanın yazlığı, herhangi bir şey olabiliyor. Mutlu olmak istiyoruz ve paramız olunca, ve ya bizi terk eden sevgili geri dönünce mutlu olacağımızı düşünüp sürekli istemeye odaklanıyoruz. Çok önemli bir detayı da gözden kaçırıyoruz ve ya düşünmek işimize gelmiyor: Evren yasaları.

Evrende her şey denge üzerine kuruludur ve asla sadece pozitif ve ya negatif olaylar yaşanmaz. Yani şanslı ve ya şansız insan yoktur, şans, şansızlık bunlar hep göreceli kavramlardır. Yolda yürürken bulduğunuz para dolu cüzdan sizi şanslı yapmaz, ve ya çekilişten kazandığınız araba, ve ya giden ve uzun süredir dönmesini istediğiniz sevgilinin geri dönmesi. Çünkü gelen her şeyin bedeli vardır ve bu bedeli siz ödemek zorundasınız.

Hep istiyoruz, fakat istediğimiz şeylere hazır olup olmadığımızı hiç düşünmüyoruz. Sadece istiyoruz. Ve istediğimiz şey olduğu zaman mutsuz oluyoruz. Çünkü istemek güzeldi, ama beraberinde getirdiği diğer değişimleri hiç düşünmedik. Sadece istedik…

Evrene sadece verdiğiniz kadar alırsınız, gram fazlasını size vermez. Uykularınızı verirseniz mucit olabilirsiniz, öfkenizi verirseniz, düşman sahibi olursunuz, sabrınızı verirseniz, gerçek dost sahibi olursunuz ve bu liste uzayıp gider.

Ana konudan çok uzaklaşmadan, söylemek istediğim şu ki, daima ne istediğinize, ve istediğiniz şeye hazır olup olmadığınıza dikkat edin. Sizi hazırlıksız yakalayan bir evlilik felakete sebep olabilir, eyleminiz hastalık getirebilir, özendiğiniz hayat sizi yok edebilir…

Yaradan, evren, hayat daima bize istediklerimizi verir.. Gelen ne olursa olsun, kucaklamaya hazır olun, çünkü bunu siz istediniz…

Kanlı-canlı, sarsıcı bir hayat dersi aldım dün. Midas’ın dokunuşunu yaşadım. Ne dilediğine dikkat et, çünkü bir gün gerçek olabilir sözünü ben de rahatlıkla cümle içinde kullanabilirim artık.

Midas’ın Dokunuşu efsanesine göre, Dionysos ve alayı, Frigya yaylarında oradan oraya dolaşırken, yaşlı Silenos yorulur, bir ağaç gölgesinde uyuyakalır. Yaşlı adamı bulanlar, alay edip aşağılayarak Kral Midas’a getirirler. Midas, Silenos’u krallar gibi ağırlar ve Dionysos’a götürür. Tanrı Dionysos, çocukluğunda Silenos’un himayesinde büyüdüğü için, ona çok değer vermektedir. Midas’ın davranışından çok memnun olur ve ona ”dile benden ne dilersen” der. Midas; Her tuttuğum altın olsun diye yanıtlar. Akşam olur, Midas büyük bir iştahla sofraya oturur. Gerçekten de her tuttuğu altın olmaktadır.

Ekmeği…

yemeği…

bardağı…

hatta sevmek için sarıldığı güzeller güzeli kızı…

Kral dileğinden bin pişman olur ve isteğinin yanlışlığını anlar. Tanrı’dan, dileğini geri almasını ister. Tanrı, Paktolos Irmağı’nda (Şimdiki Gediz Nehri) arınmasını söyler. Midas, burada yıkanır, dileğinden kurtulur, ırmağın kumları da altın olur. Irmağın kıyısında yer alan Sardes kenti (Salihli’ye bağlı Sart köyü), ırmaktan topladığı altınla zengin olur. Dünyada ilk para burada basılır. “Karun gibi zengin” sözü, bu olay üzerine, Sardes Kralı Kraisos için söylenmiştir.

Benim Altın Dokunuş hikayem ise şöyle: Salı gecesi, yatmadan önce, birdenbire kendimi çok yorgun hissettiğimi, oğlumla baş başa zaman geçirmeyi ne kadar özlediğimi farkettim. İşten geldiğimde, kısacık zamanlara sıkıştırılmış bir-iki oyun, arkasından yemek telaşı, sonra bir kitap okuma ve yatak…

Hafta içleri geçirdiğimiz anlar bunlardan ibaret. Şöyle düşündüm: Ben bir Çarşamba günü, bir hastalık uydursam, işe gitmesem, Rüzgar’ı da okula göndermesem, birlikte gezsek, pazara gitsek, evde yayılsak ne güzel olur… Planım hoşuma gitmişti, mutlulukla uyudum. Tam bir buçuk saat sonra Rüzgar’ın öğürtüleriyle uyandım. Yanımıza aldık hemen. Yatana kadar turp gibi olan çocuk bir anda, anlamsızca kusmaya başlamıştı. “Karnım ağrıyor anneee” diye söyleniyor, bir yandan da uyumaya çalışıyordu garibim. Sabaha kadar altı kere kustu. Kusup kusup uyudu.

Sonuç: Çarşamba günü işe gidemedim. Bütün gün Rüzgar’la evdeydim. Ama motoru fena halde bozmuş olan oğlumla, kusmuk kokuları içinde, tüm gün çamaşır yıkayıp, çorba pişirerek. Bu gün, Ümit’le ben de aynı iğrenç ishalin pençesine düştük.

Artık ister ilahi adalet deyin, ister Midas’ın laneti, isterseniz de benim kişisel şanssızlığım; Durumumuz buydu. Bundan sonra masumca bir istek de olsa, ne dilediğime gerçekten çok dikkat edeceğim sanırım

Alıntıdır

Bu içerik izzet tarafından NE DİLEDİĞİNE DİKKAT ET başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/ne-diledigine-dikkat-et/feed/ 0
Su Felsefesi http://sanalsosyal.com.tr/su-felsefesi/ http://sanalsosyal.com.tr/su-felsefesi/#respond Wed, 19 Aug 2020 08:28:50 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9831 Suyun doğası bir felsefe anlatır.. Örneğin, dağdan akan suyu düşününüz. En az direnç gösteren yolu seçer akmak için. Yani önüne bir kaya çıkacak olursa vazgeçmez yolundan ama onunla uğraşmaz, kayayla mücadele etmez, etrafından dolaşıp devam eder akmaya. Suyun bu doğasından alınan ilhamla şöyle der Sufiler: “Seninle uğraşan hiç kimseyle uğraşma, eğer uğraşırsan onunla aynı yerde […]

Bu içerik izzet tarafından Su Felsefesi başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Suyun doğası bir felsefe anlatır..

Örneğin, dağdan akan suyu düşününüz.

En az direnç gösteren yolu seçer akmak için.

Yani önüne bir kaya çıkacak olursa vazgeçmez yolundan ama onunla uğraşmaz, kayayla mücadele etmez, etrafından dolaşıp devam eder akmaya.

Suyun bu doğasından alınan ilhamla şöyle der Sufiler:

“Seninle uğraşan hiç kimseyle uğraşma, eğer uğraşırsan onunla aynı yerde kalırsın. Etrafından dolanıp devam et yoluna.”

Diyelim ki dağdan akan su önüne çıkan kayanın etrafından dolaşamayacak bir yola denk geldi…..

O zaman ne yapar?

Birikip, çoğalıp üstünden aşar.

Yok eğer bu da olmuyorsa,

Sabırla kayayı damla damla delmeye başlar.

Kayayı delmeyi başaran suyun kuvveti değildir, tabii ki, damlaların sürekliliğidir ki buna da “sabır” derler.

“Sabretmek” hiçbir şey yapmadan oturmak değildir…..

“Sabır dikenin içinde gülü, gecenin içinde gündüzü hayal edebilmektir.” der _Şems-i Tebrizi_ .

Suyun doğası imkansızın bile başarılabileceğini, bunun için sabırlı ve istikrarlı olduğunu öğretir.

Kayayı delen su elbette yine yoluna devam eder.

Su hep akar ve çalışır.

Bilir ki aktıkça temizlenir.

Bazen dere kenarlarında su birikintileri oluşur, akmayan su bulanır, çamurlaşmaya başlar!

Üzerine pislik birikir ve Sufiler bu yüzden derler ki:

“Sen su gibi sürekli ak!

Her daim yenilen!

Her gün yenilen!_

İki günün aynı olmasın hep ilerle!_

Dünü dünde bırak yeni şeyler öğren!_ ”

Örneğin, su değişimden hiç korkmaz…..

Ama insanlar değişimi sevdiklerini söyleseler de aslında bundan çok korkarlar…..

*Su*; “değişimi” ne de güzel anlatır.

Bazen yağmur olur,

Bazen kar olur,

Bazen buz olur,

Bazen buhar olur….

Buhar olduğunda çıkar gökyüzüne, yağmur olup, kar olup, yine iner yere.

Ayrıca su uyumludur.

Çay bardağına koyduğunda çay bardağının şeklini alır, kovaya koyduğunda kovanın.

Sürekli bulunduğu yere uyumlanır ama doğası da hiç değişmez….

Her yere her şeye uyum sağlar…..

Unutma ki dünyada her zaman doğaya uyum sağlayanlar hayatta kalır.

Uyum sağlayanlar esnektir çünkü.

Değişime direnenler ise katıdırlar…

Fırtına en sert en güçlü ağaçları devirir ama esnek fidanlara, otlara hiçbir şey yapamaz.

O yüzden esnek olanlar, uyum sağlayanlar hayatta kalır.

Aynı zamanda akışa teslim olur.

Teslimiyet içindedir.

Bu teslimiyet boyun eğmek değildir.

Çünkü bilir ki bütün dereler eninde sonunda büyük denizlere, okyanuslara akar.

Elinden geleni yaptıktan sonra hayatın akışına teslim olmaktır bu.

Su berraktır,

Şeffaftır.

Olduğu gibidir yani.

Paylaşımcıdır…..

Hep besleyicidir.

İnsanları, hayvanları, doğayı besler. ..

Hayatı başlatandır ve sürekli üretendir…..

Su olan her yerde bitkiler vardır, hayvanlar vardır, insanlar vardır, hayat vardır.

İşte suyun bu yapısından dolayı Sufiler birbirlerine

*SU GİBİ AZİZ OL* ” derler.

Su gibi Aziz olmak dileğiyle.._

alıntı

Bu içerik izzet tarafından Su Felsefesi başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/su-felsefesi/feed/ 0
ATIN İNTİKAM YEMEĞİNİZİ http://sanalsosyal.com.tr/atin-intikam-yemeginizi/ http://sanalsosyal.com.tr/atin-intikam-yemeginizi/#respond Wed, 19 Aug 2020 08:22:55 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9835 Kulpu kırık fincanları,nZayıflayınca giyerim’ kotunu, Son 5 aydır giymediğiniz kıyafetleri, Arka balkona tıkıştırdığınız, bir gün yüzünü yenilerim pırıl pırıl olur dediğiniz o sandalyeyi, Dibi kararmış tencereyi, Taşındığınız hangi evden kaldığı, hangi kapıyı açtığı artık meçhul olan o anahtarları, Sırf genç ve güzel çıkmışsınız diye yanınızda o hiç sevmediğiniz tiple poz verdiğiniz fotoğrafı, Çekmecenin dibindeki müzik […]

Bu içerik izzet tarafından ATIN İNTİKAM YEMEĞİNİZİ başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Kulpu kırık fincanları,nZayıflayınca giyerim’ kotunu, Son 5 aydır giymediğiniz kıyafetleri, Arka balkona tıkıştırdığınız, bir gün yüzünü yenilerim pırıl pırıl olur dediğiniz o sandalyeyi, Dibi kararmış tencereyi, Taşındığınız hangi evden kaldığı, hangi kapıyı açtığı artık meçhul olan o anahtarları, Sırf genç ve güzel çıkmışsınız diye yanınızda o hiç sevmediğiniz tiple poz verdiğiniz fotoğrafı, Çekmecenin dibindeki müzik kasetlerini

ATIN Ohh bir ferahlayın bakalım. Tamam mı? Şimdi ihtimalleri atın. ‘Olacaktı, son anda olmadı’ları atın, olmamış işte. Takılıp kaldığınız o günü, Düşünüp durduğunuz o lafı.

ATIN Küstüğünüz için uzun zamandır görmediklerinizin aklınızda kalan son görüntüsünü, Alındıklarınızın, gücendiklerinizin hiç umurunda olmayan o ‘olayı’

ATIN O hiç beceremediğiniz yemeğin tarifini, Kestiğiniz eski gazete küpürünü, İçinizi kemiren o ukteyi

ATIN Zamanı gelince yiyeceğiniz soğuk intikam yemeğini de dökün. Soğuk yemeğin hiç tadı olmaz. Cevabı olmayan soruları, Kaçırdığınız fırsatları, Atıldığınız işleri, Beceremediğiniz ilişkileri, Kişisel gelişim kitaplarını

ATIN Arkanızdan konuşanları, Önünüzü kapayanları, Alamadığınız terfiyi, Oturamadığınız evi, ‘Şimdiki aklım olsa’ları, Aldığınız en kötü karneyi, Hatta en iyi karneyi, Çalışmayan saatleri, İşe yaramayan fikirleri, Kaçan trenleri, Zamansız yaşlandıran dertleri, ‘O gün’ olanları, Halının altına süpürdüklerinizi, Dolabın dibine iteklediklerinizi

ATIN Bakın, ne güzel güneş çıktı.

alıntıdır

Bu içerik izzet tarafından ATIN İNTİKAM YEMEĞİNİZİ başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/atin-intikam-yemeginizi/feed/ 0
Nasıl oldu da tek bir kişi bile atlamadı? http://sanalsosyal.com.tr/nasil-oldu-da-tek-bir-kisi-bile-atlamadi/ http://sanalsosyal.com.tr/nasil-oldu-da-tek-bir-kisi-bile-atlamadi/#respond Wed, 19 Aug 2020 08:15:06 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9839 İş ve eş gereği ABD Houston Teksas’ta yaşıyorum. Geçen hafta başımdan geçen ilginç ve gerçekten çok etkilendiğim olay, evime yakın bir postanede gerçekleşti. Yeni yıl hediyesi olarak internet aracılığıyla satın aldığım kol saati paketten camı çatlamış çıkınca, vakit kaybetmeden derhal iade formunu doldurup soluğu postanede aldım. Postaneye girdiğimde 20 – 25 kişi kuyrukta hizmet bekliyordu.Burada […]

Bu içerik izzet tarafından Nasıl oldu da tek bir kişi bile atlamadı? başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
İş ve eş gereği ABD Houston Teksas’ta yaşıyorum.

Geçen hafta başımdan geçen ilginç ve gerçekten çok etkilendiğim olay, evime yakın bir postanede gerçekleşti.

Yeni yıl hediyesi olarak internet aracılığıyla satın aldığım kol saati paketten camı çatlamış çıkınca, vakit kaybetmeden derhal iade formunu doldurup soluğu postanede aldım.

Postaneye girdiğimde 20 – 25 kişi kuyrukta hizmet bekliyordu.Burada Noel de yaklaştığı için marketten bir ekmek bile alınsa mecburen onlarca insan arkasında sıraya dizilip normalden çok daha uzun süre beklemek zorunda kalınıyor.

Hizmet eden sayısı sadece 2 kişi olunca, hele bir de hizmet edenler işinden, canından bezmiş bir suratla ve isteksizliğin yansıdığı süratle iş görünce bekleme süresi sabırları zorlayacak düzeye tırmanıyor. Girdiğim kuyrukta arkama döndüğümde bir 30 – 35 kişinin daha geldiğini gördüm.“Neyse, en azından ortalardayım” diye sevinme payı çıkardım. Tam 40 dakika sonra sıra bana geldi. Paketi görevliye uzattım;

– Adresler üzerinde yazılı, dedim.– Paketi neden bantla kapatmadınız? diye sordu. Girişteki; “Paket içeriğini görmek isteyebiliriz. Lütfen paketlerinizi açık bulundurunuz!” uyarısını gösterdim. Sesini yükselterek sinirle;– Kapıda ne yazdığını iyi biliyorum. Derhal paketinizi bantlayın! dedi. Sıradaki herkes artık bizi dinliyordu.

Yanı başındaki bantı göstererek;– Rica etsem verebilir misiniz? dedim. Yanıt yine aynı yüksek sesle geldi; – Hayır, o bant bana ait, müşteri kendi bantını kullanacak! – Yanımda bant yok, sizin bant için para ödesem.. dediğim an görevli hanım sesini daha da yükseltti.

3 adım ötede, bir ayakkabı kutusu büyüklüğündeki, sadece paketleme servisleri için yapılmış 20 dolarlık bantı işaret ederek satın almamı istedi. – 15 santimetrelik kutu için bana o bantı aldırmanız size mantıklı geliyor mu? diye sordum.

– Bantı al ve derhal sıranın sonuna geç!” diye bağırırken sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Aynı hışımla kuyruktaki bir sonraki kişiyi “sıradaki” anlamında; “Next!” diye çağırdı.

İşte o an dondum kaldım.. Çünkü sırada hiç kimse ilerlemedi. Sıranın başındaki beyefendi; – Şu kutuyu derhal bantlayın ve hanımefendinin işini bitirin önce, dedi. Görevli öfkeyle bağırıyordu; – Anyone else.. Next! 30 kişi yerinden kıpırdamıyordu.

İkinci görevliye de gitmiyorlardı.Hizmet durmuştu. Sıradan bir yaşlı kadın; – 76 yaşındayım ve dizlerim ağrıyor, ama o kadının paketini bantlayıp görevinizi yerine getirmediğiniz sürece buradan bir adım atmıyorum, dedi.

Görevli elimden paketi sinirle çekip kutuyu benim söylediğim postane bantıyla yapıştırdıktan sonra ödememi alana kadar karmakarışık duygularla kalakalmıştım. Neredeyse ağlamak üzereydim. Sıraya dönüp;–  Thank you all! (Hepinize teşekkürler) diyebildim sadece.. Gülümseyerek el salladılar.

Dışarı çıkıp arabama oturunca kontağı çalıştırmadan bir süre park yerinde düşündüm. Herkesin işi gücü var. Nasıl oldu da tek bir kişi “Acelem var!” diyerek sıranın önüne atlamadı? Nasıl oldu da onca kişi bir kişiye yapılan haksızlık için tepki gösterdi?

O sırada benden hemen sonraki yaşlı beyefendi işini tamamlamış, dışarı çıkmıştı. Arabama yaklaştı, pencereyi açtım. Gülümseyerek kafamdan geçen soruları yanıtladı;

– Size yapılan bu yanlış için üzgünüm. Doğada hayvanlar, ağaçlar ve hatta mikroplar birbirleriyle bağ içerisinde hareket ederken biz insanlar birbirimizden çok koptuk.

YANLIŞ, anında tespit edilerek sineye çekilmeden, derhal toplu olarak tepki gösterilmezse ‘NORMALLEŞTİRİLİR’. O hizmet eden kadın bir dahaki sefere yanlış yaparken iki kez düşünecek. Biz görevimizi yaptık.

alıntıdır

Bu içerik izzet tarafından Nasıl oldu da tek bir kişi bile atlamadı? başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/nasil-oldu-da-tek-bir-kisi-bile-atlamadi/feed/ 0
Gösterişli Davetiyeler http://sanalsosyal.com.tr/gosterisli-davetiyeler/ http://sanalsosyal.com.tr/gosterisli-davetiyeler/#respond Tue, 18 Aug 2020 12:27:37 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9739 Bunu hikayede paylaştım ve “Katılıyor musunuz?” diye sordum. %98 i katılıyorum dedi. Yaz dönemi olunca düğünler çok malum. Sık sık davetiye geliyor annemlere. İncili, ışıltılı, kimine gelinle damadın fotoğrafları eklenmiş. Kimi kadife kılıflı. Bakınca bile fark ediliyor ne kadar yüksek maliyetli olduğunu. Yeğenimiz evlenecek yakında. Eltime soruyorum neler yaptınız diye. Masraf masraf üstüne. Çocuklar ev […]

Bu içerik izzet tarafından Gösterişli Davetiyeler başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Bunu hikayede paylaştım ve “Katılıyor musunuz?” diye sordum. %98 i katılıyorum dedi.

Yaz dönemi olunca düğünler çok malum. Sık sık davetiye geliyor annemlere.

İncili, ışıltılı, kimine gelinle damadın fotoğrafları eklenmiş. Kimi kadife kılıflı.

Bakınca bile fark ediliyor ne kadar yüksek maliyetli olduğunu.

Yeğenimiz evlenecek yakında. Eltime soruyorum neler yaptınız diye. Masraf masraf üstüne. Çocuklar ev kuruyor. Elbette masraf olacak. Benim derdim gereksiz masraflar. Sadece yemek odası ve koltuk takımı 20 bin₺

Yatak odası 10 bin

Düğün salonu 25 bin

Nişanlığı, gelinliği halısı, perdesi, kanepesi, tatlısı, davetiyesi, nikah şekeri, pastası, hele hele Altınları

Bunları duydukça daha çok dua ediyorum: Anlayışlı, kanaatkar kişilerle karşılaştır, beni de anlayışlılardan eyle Rabbim diye.

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” emrine muhalefet edercesine, yıkım ekibi gibi düğünler tertip ediyoruz. Düğün sonrası ya oğlan evi sıfırı tüketiyor, ya da gelinle damadın sırtına dünyanın borcu yükleniyor. Sonra huzursuzluklar, kırgınlıklar geliyor peşi sıra. En tatlı olması gereken günler çiftlere zehir oluyor.
Bakın tomarla para verip bastırdığınız davetiyeler, bazen çaydanlık altına nihale oluyor, bazen ocakta tutuşturucu.

Eşyanın sadesi ile, daha az davetli ile, gereksiz masraflardan uzak düğünler de olur. Boş yere, el görsün diye yapılan masraflar gençlere yatırım olarak kalabilir oysa.

Eş dostu, WhatsApp üzerinden düğüne davet edemez miyiz mesela?

Zorlaştırmadan, en kolay haliyle düğünler yapamaz mıyız?

Bu içerik izzet tarafından Gösterişli Davetiyeler başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/gosterisli-davetiyeler/feed/ 0
Perdelerin Kapanmasını İstemiyorum http://sanalsosyal.com.tr/perdelerin-kapanmasini-istemiyorum/ http://sanalsosyal.com.tr/perdelerin-kapanmasini-istemiyorum/#respond Tue, 18 Aug 2020 12:22:16 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9746 Yaşlı hanım hastamız “İstemiyorum. Perdelerin kapanmasını istemiyorum. Pencere bahçeye bakıyor, üstelik 4. kattayız. Kimsenin içeriyi göreceği yok. Lütfen perdeleri kapatmayın” diye söyleniyordu. O gece yattığı koğuştaki diğer hastalar perdeleri kapattırmadığı için servis hemşiremizden yardım istemiş, hastamızı ikna edemeyen hemşiremiz de sorunu bana iletmişti. Odadaki diğer iki hasta pencere kenarında yatmakta olan hastamızın perdelerin kapanmaması yönündeki […]

Bu içerik izzet tarafından Perdelerin Kapanmasını İstemiyorum başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Yaşlı hanım hastamız “İstemiyorum. Perdelerin kapanmasını istemiyorum. Pencere bahçeye bakıyor, üstelik 4. kattayız. Kimsenin içeriyi göreceği yok. Lütfen perdeleri kapatmayın” diye söyleniyordu.

O gece yattığı koğuştaki diğer hastalar perdeleri kapattırmadığı için servis hemşiremizden yardım istemiş, hastamızı ikna edemeyen hemşiremiz de sorunu bana iletmişti. Odadaki diğer iki hasta pencere kenarında yatmakta olan hastamızın perdelerin kapanmaması yönündeki ısrarını anlamamış biraz da öfkelenmişti.

Odaya neden girdiğimi anlayan hastamız ağzımı açmadan “perdelerin kapanmasını istemiyorum, lütfen ısrar etmeyin” diyerek karşılamıştı beni.

İkna olacak gibi görünmüyordu.

Yatağının kenarına oturup sakinleştirmeye çalıştım. Odadaki diğer hastaların isteğini de ileri sürerek hiç olmazsa tül perdeyi çekmeye razı ettim. Pek içine sinmemişti ama oyunun kuralına göre oynanması gerektiğinin de farkındaydı.

Odada gerginlik sürüyordu. Yanlarında kalıp konuşturup sakinleştirmeyi düşündüm.

Hastamızın ziyarete gelen çocukları ve torunları olduğunu hatırlayıp, onları sordum. Özellikle torunlarından söz etmeye başlayınca yumuşadığını, yüzünün güldüğünü fark ettim. Oğlu ve kızının çok çalıştığından, kendi çocukları ile ilgilenmeye zaman kalmadığından yakındı.

– Evde herkes çalışıyor. Büyük torunum okuldan eve geldiğinde karşılayan kimse olmuyor. O kocaman evde tek başına ne bulursa onunla karnını doyurup televizyonun karşısına oturuyor. Garibimin önüne sıcak yemek koyup sırtını sıvazlayacak, saçını okşayacak biri bile yok yanında.

“Ama modern hayat hep böyle. Hayat hızlı ve herkes meşgul, ne yapacaksınız? Bütün büyük kentlerde bu sorunlar yaşanıyor sanırım” diye üsteledim. Omuzlarını silkti. Doğrulup yastığını düzeltti. Sonra yine o öfkeli gözlerle baktı.

– Modern hayatmış, sevsinler. İnsanı yalnız bırakan, başkalarından uzaklaştırıp içine kapanmasına yol açan modernliği ne yapayım? Herkes yalnız, çocuklar bile yalnız görmüyor musunuz? Kimse kimsenin derdini bilmiyor, bilse bile kulağının üstüne yatıp görmezden geliyor. Anlatmaya çalışsan yaşama telaşından kimsenin durup dinlediği de yok.

– Nasıl bir yalnızlık bu sözünü ettiğiniz?

Her ne kadar konu ilgimi çekse de gerçekte, hastamızı biraz daha konuşturup sakinleştirmeyi ve böylece odadaki gergin havanın bir ölçüde giderilmesini amaçlamıştım.

– Doktor bey oğlum, yıllar içinde azar azar öyle şeyleri yitirdi ki insanlar, evlerine kapandıkları yetmedi, şimdilerde kendilerine de kapanmalarını bekliyorlar.

Sonra çocukluğunu, insanların bahçeli konu komşunun birbirini görebildiği evlerde yaşadığı yılları anlattı. Konu odadaki diğer hastaların da ilgisini çekmiş, az önceki hırlaşmayı unutup hastamıza kulak kabartmışlar dı.

– Önce bahçeler otopark oldu. Apartman hayatı, modern yaşam dedik bahçenin çamurundan kurtulduk diye kandırdık kendimizi. Herkes evlerine çekildi. Kimse kimseyi görmez, duymaz oldu.

– Peki sonra?

– Sonra sıra balkonlara geldi. Balkonları kapatıp eve kattılar. İş yerleri de balkonsuz oldu. Dışarının tozundan kirinden kurtulduk diye kandırdık yine kendimizi. Konu komşuya, gökyüzüne, dünyaya açılan balkonlar da gitti elimizden. Yetmedi sıra pencerelere geldi. Tül perdeydi, güneşlikti, kalın perdeydi derken pencereler de örtüldü. Jalûzi, panjur stor derken pencereler kapandı. Onca para döktüğümüz perdelerimize bakıp “ne güzel oldu” diye avunduk. Güneş görmeyen, gün ışığı gibi yanan lambalarla aydınlatılan iş yerlerine, evlere kavuştuk. Her şey yavaş yavaş oldu. Modernleşiyoruz diye tüm bunları sineye çektik.

– Peki ya şimdi?

– Görmüyor musunuz? Herkes içine kapandı. Bahçesi balkonu olmayan pencereleri örtülü o çok modern evlerde dışarıyla tek bağlantısı televizyon olan insanlara dönüştük. Gerçi biraz daha okumuş olanların internet ve cep telefonları da var ama yalnızlık aynı yalnızlık. İnsanları içine kapatıp yalnızlaştırdılar. Şimdi sadece bakmaları istenen yöne, televizyona bakıp orada izledikleri dünya ile yetinmelerini orada yaşayıp tüketmelerini, sadece tüketmelerini bekliyorlar. Dedim ya modernlikmiş, sevsinler…

Odadaki hastalardan biri televizyonun sesini önce kıstı, sonra da kapattı. Diğer hastamız dayanamayıp “Durum bu kadar mı kötü?” diye sordu. Bizimki gülümsedi duvarda asılı olan manzara resmini gösterdi.

– Kimileri durumun farkında. Duvarlarına resimler asıp ara sıra da olsa başka yöne bakmayı, resimlerin içine dalıp hayaller kurmayı veya kitap okuyarak kendini avutmayı başarabiliyor. Ama ben çocuklar için, torunlarım için kaygılıyım. Hangi çocuk gökyüzündeki bulutlarla veya oyun oynadığı halının üstündeki desenlerle hayaller kurmamış, oyunlar oynamamıştır? Öyle bir kapandık ki hayata, şimdi ne o halılar var, ne de çocuklarımızın görebileceği gökyüzü. Varsa yoksa televizyon. Her şey hazır, hayaller bile. Hayal kurmayı bile çok görüyoruz, çocuklara.

Eliyle pencereyi gösterip “Bu yüzden istiyorum, penceremi. Hastane odasında bile olsa pencere örtülmesin, perdeler açık kalsın istiyorum. Gökyüzümü kaptırmayacağım bu yamyamlara” dedi.

Bu sözlerden sonra başucundan kitabını ve gözlüğünü aldı.

Odada az önceki gerginlikten eser kalmamıştı. İzin isteyip yanlarından ayrıldım. Ertesi sabah ve daha sonraki günlerde o odanın tüm perdelerinin açık olduğu dikkatimizden kaçmadı.

Üstelik hastamızın taburcu olmasına ve aradan geçen onca zamana karşın hiçbirimizin eli gitmedi o perdeleri kapatmaya.

***

Dr. Mehmet Uhri

Bu içerik izzet tarafından Perdelerin Kapanmasını İstemiyorum başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/perdelerin-kapanmasini-istemiyorum/feed/ 0
Dikenlerine Rağmen http://sanalsosyal.com.tr/dikenlerine-ragmen/ http://sanalsosyal.com.tr/dikenlerine-ragmen/#respond Tue, 18 Aug 2020 12:14:27 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9741 “Anne bu çiçeğin adı ne?” dedi.. Kaktüs dedim.. “Ne uzun dikenleri vaaar” dedi.. Nasıl da hayret etmişti.. İlk defa kaktüs görmüştü.. “Bu ne işe yarar? İçinde ne var? Kuşlar konar mı?” vs… Dünya kadar soruyla eve getirdik.. Sorumluluk aşılamaktı amaç ve ‘bu çiçeği sulama görevini sana veriyorum’ dedim.. Nasıl da mutlu oldu.. “Ama Anne dokunamam […]

Bu içerik izzet tarafından Dikenlerine Rağmen başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
“Anne bu çiçeğin adı ne?” dedi.. Kaktüs dedim.. “Ne uzun dikenleri vaaar” dedi..
Nasıl da hayret etmişti.. İlk defa kaktüs görmüştü.. “Bu ne işe yarar? İçinde ne var? Kuşlar konar mı?” vs… Dünya kadar soruyla eve getirdik.. Sorumluluk aşılamaktı amaç ve ‘bu çiçeği sulama görevini sana veriyorum’ dedim.. Nasıl da mutlu oldu..

“Ama Anne dokunamam ki elime batar” dedi.. “Dokunmadan suyunu vereceğiz. Uzaktan seveceğiz.. İyi de güneş alırsa şahane çiçekler açabilir ” dedim.. Bunu duyunca daha büyük bir hayretle ” bu çiçek mi açıyooooo” dedi… Evet dedim.. Dikenli olmasına rağmen harika çiçekler açabilir kaktüsler.. Fakat şunu unutma çok fazla sulamayacaksın. Yoksa çürür.. Zamanında ve yeteri kadar tamam mı fıstığım? – “Tamam Anne”….

Bir pinpon topu kadardı.. Yıllar içinde uzadı boy attı kocaman oldu. Çook sefer elimize battı.. Ama onu çok sevdiğimiz için, dikenlerine rağmen hoşgördük.. İhtiyacı kadar su, ihtiyacı kadar toprak ve yeterince ilgi gösterdik.. İhmal ettiğimiz zamanlar da oldu.. Yeri geldi çocuklar çarptı, düştü, toprakları döküldü.. Fakat her seferinde toparlamayı bildik..

Ne kadar büyüyecek, ne zaman çiçek açar hatta çiçek açar mı? Bilmiyoruz.. Karşılıksız sevmeye devam ediyoruz.. Dikenlerine rağmen..

Bir gün dikeni eline battı.. Canı çok yandı.. Ağlayarak geldi.. Batan dikeni çıkardık.Korkmuştu.. İlk defa eline kaktüs batmıştı.. Daha yaşı çok küçüktü.. “Ah güzel kızım.. Bu daha ne ki? Hayatta öyle insanlarla tanışacaksın ki gönülleri de dilleri de dikenli.. Her konuştukları kalbine kalbine batacak… Öyle canın yanacak ki.. Hatta için kanayacak.. Ama yine de susacaksın.. Birilerinin hatırına suyunu, güneşini, toprağını eksik etmeyeceksin.. Yıllarca hatır için sevip idare edeceksin de yine de çiçek açmayacak.. Taa ki kendi içinde çürüyüp seni terk edene kadar “diyemedim..
Desem de anlamazdı.. Yaşı çok küçüktü.. Uzun bir hayat vardı onu bekleyen ve ne kadar acımasız olabilirdi gelecek bilmiyordum. Anne olarak dileğim asla boyası kalın, ruhları kara insanlarla karşılaşmaması idi. Eminim Annem de bizim için aynı şeyleri dilemişti..

Sev güzel kızım.. Sen yine de sev herkesi, herşeyi.. Dikenleri de olsa sev, çiçekleri de olsa.. Sen sevmekten vazgeçme yavrucuğum.. Dünya bir bahçe.. İçinde her türlü bitki var.. Kimi zehirli, kimi lüzumsuz, kimi cennetten gelmiş gibi mis kokulu.. O bahçeden geçeceksin kuzucuğum.. Belki ayağına batacak, belki canını acıtacak belki de seni kendine hayran bırakacak.. İşte bu yolculuğa da hayat diyoruz kızım.. Bahçe çok büyük.. Bir ucundan diğer ucuna gitmek bir ömür yol… Büyük bir kısmını aştığında, artık hangi bitkinin zararlı, hangisinin zararsız olduğunu büyük ölçüde öğrenmiş oluyorsun.. Ama yine de gösterişli çiçekleriyle uzun dikenli kaktüslere aldanabilirsin.. Canın her zamankinden fazla yanabilir… İşte o zaman da ben varım bir tanem.. Hep yanındayım… Canının yanmasına engel olamam ama yaralarını sarabilirim.. Bu acıyla nasıl baş edeceğini, nasıl iyileşeceğini sana öğretebilirim.. Tıpkı benim Annemin de bana, onun annesinin de ona öğrettiği gibi..

Bahçenin sonu ömrümüzün sonu güzel kızım.. Sonrasını gidenler biliyor, biz bilmiyoruz.. Mühim olan bahçeyi tamamlamak da değil.. O bahçeye yol boyunca ne ektiğin..

Çünkü insan kızım, ektiğini biçiyor..

alıntıdır

Bu içerik izzet tarafından Dikenlerine Rağmen başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/dikenlerine-ragmen/feed/ 0
Emanet http://sanalsosyal.com.tr/emanet/ http://sanalsosyal.com.tr/emanet/#respond Tue, 18 Aug 2020 12:11:04 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9743 1963 yılının bir sonbahar günü… Varan Turizm’in o zaman Ankara’da bulunan Küçük Tiyatro’nun hemen bitişiğindeki terminalinden İstanbul otobüsü hareket etmek üzere. Terminalde bir hareketlilik var. 14-15 yaşlarında, Çocuğunun elinden tutmuş bir baba, otobüse yaklaşarak kaptan şoföre:”Oğlum Galatasaray Lisesi’ne gidiyor, yatılı okuyacak. Onu yalnız gönderiyorum, İstanbul’da güvenilir bir taksiye bindirip okuluna yollar mısın?” diyip ekliyor: “Valizini […]

Bu içerik izzet tarafından Emanet başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
1963 yılının bir sonbahar günü… Varan Turizm’in o zaman Ankara’da bulunan Küçük Tiyatro’nun hemen bitişiğindeki terminalinden İstanbul otobüsü hareket etmek üzere. Terminalde bir hareketlilik var.

14-15 yaşlarında, Çocuğunun elinden tutmuş bir baba, otobüse yaklaşarak kaptan şoföre:”Oğlum Galatasaray Lisesi’ne gidiyor, yatılı okuyacak. Onu yalnız gönderiyorum, İstanbul’da güvenilir bir taksiye bindirip okuluna yollar mısın?” diyip ekliyor: “Valizini de unutmasın.”

Kaptanın cevabı “Elbette siz hiç merak etmeyin,” oluyor. Endişeli baba, nemli gözlerle, hareket eden otobüsün arkasından el sallıyor.

İki gün sonra baba, telaşlı bakışlar ve heyecanlı adımlarla terminale geliyor. “Oğlumu Taksim’den Galatasaray Lisesi’ne götüren şahsın kim olduğunu öğrenmek istiyorum,” diyor.

İstanbul terminalimizi arayıp soruyoruz; fakat ilginçtir ki arkadaşlarımız bize bu şahsın kim olduğunu söylemek istemiyorlar.

Babanın telefon numarasını alıp ona sonucu bildireceğimizi söylediğimizde ise daha fazla dayanamayan baba gözyaşları içinde anlatmaya başlıyor.

“Yahu kardeşim, o kişi kimse, oğlumla beraber idareye gitmiş. Kayıt işlemlerini tek tek tamamlatmış. Bavulunu taşımış, teslim edilen eşyaları almış. Sonra yatakhanede onun çarşafını sermiş, nevresimini takmış, dolabını yerleştirmiş.” Baba hıçkırarak anlatmaya devam ediyor.

“Ben ya da annesi gitseydik biz de aynısını yapardık,” diyor. Derin bir “oh” çekiyoruz. Oysa ki hiç de alışık olmadığımız bir şikâyet dinleyeceğiz korkusunu yaşıyorduk…
Bu kez daha ısrarlı bir biçimde çocuğu okula götüren şahsın kim olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz. Epey uğraştan sonra da hayretle öğreniyoruz kim olduğunu.

Çocuğu Galatasaray Lisesi’ne götüren şahıs Nevzat Hüseyin Pekuysal… Şirketin sahibi.
Yıllar sonra kendisine “Nevzat Bey, bu olayı anımsıyor musunuz?” diye sorduğumuzda, gözleri doluyor ve insanın içine işleyen bakışlarını üzerimizde gezdiriyor.

“O baba bana dünyadaki en değerli şeyini, oğlunu emanet etmiş. Ben bu emaneti başkasına nasıl emanet edebilirdim ki?” diyor.

(Alıntı)

Bu içerik izzet tarafından Emanet başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/emanet/feed/ 0
BİR YETİŞTİRME YURDU ÇOCUĞUNUN KALEMİNDEN… http://sanalsosyal.com.tr/bir-yetistirme-yurdu-cocugunun-kaleminden/ http://sanalsosyal.com.tr/bir-yetistirme-yurdu-cocugunun-kaleminden/#respond Tue, 18 Aug 2020 11:32:43 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9774 8 yaşımda annemi kaybettim 9 yaşında ben Ablam, 5 yaşındaki kız kardeşim, benden iki yaş küçük erkek kardeşim ve benim Yetiştirme Yurduna verilmemize karar veriliyor. Bir nevi annemizi öldüren(ona çok çektiren) babamız ablam ve kız kardeşimin yurda gönderilmesine engel oluyor ve en nihayetinde ben ve benden iki yaş küçük erkek kardeşim Karabük’ün Bulak Köyü’ndeki yuvada […]

Bu içerik izzet tarafından BİR YETİŞTİRME YURDU ÇOCUĞUNUN KALEMİNDEN… başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
8 yaşımda annemi kaybettim 9 yaşında ben Ablam, 5 yaşındaki kız kardeşim, benden iki yaş küçük erkek kardeşim ve benim Yetiştirme Yurduna verilmemize karar veriliyor.

Bir nevi annemizi öldüren(ona çok çektiren) babamız ablam ve kız kardeşimin yurda gönderilmesine engel oluyor ve en nihayetinde ben ve benden iki yaş küçük erkek kardeşim Karabük’ün Bulak Köyü’ndeki yuvada Yetiştirme Yurdu hayatımıza başladık.

Bulak Köyü’nde 12 yaşına (ilkokulu bitirene) kadar kalabiliyorduk. Oraya yuva deniliyordu. İlkokulu bitirdikten sonra Safranbolu’ya aktarılıyorduk ortaokul için. Bu dönemde benden iki yaş küçük olan kardeşim Haydar’ımdan ayrı kalmak zorunda kalmıştım. Hafta sonları derin bir vadiyi yürüyerek geçtikten sonra kardeşime ulaşabiliyordum. En nihayetinde o da Safranbolu’ya geldi. Yurt ortamında ders çalışmak (anlamak) zordu. Onun için ben ve kardeşim daha on ikili yaşlarda gece bekçisine kendimizi sabahın 4’ünde kaldırtarak ve battaniyemize dolanarak ders çalışarak kendimizi geliştirdik.

Fizik öğretmenimiz bir soruyu tahtada çözemeyince elindeki sert sopayla herkesin gözü önünde kafamı kırarcasına defalarca vurunca ruhumun en büyük yıkıntılarından birini daha yaşamıştım. Genel bir problemdi o dönemki öğrenci dövülmeleri. Benim talihsizliğim tüm başarılı yapıma rağmen yurttaki bir psikopat öğretmenden sık sık, bazen de okul öğretmenleri tarafından dövülürdüm. Fizik öğretmeninin beni dövmesi sonrası onunla bir daha aynı ortamda nefes almamak için hemen sözel bölümüne geçtim. bu sefer Hukuk Fakültesini hedefledim. On sekiz yaşında üniversiteye giremeseydim yurttan atılacaktım, kimse beni okutmazdı düşüncesiyle dokuz hukuk tercihinden sonra son tercihimi öğretmenlik olarak işaretledim.

Abant İzzet Baysal Üniversitesinde Sınıf Öğretmenliği bölümüne başladım. Korkunç bir dönemdi Bolu’da binlerce öğrencinin arasında beş parasızdım. Aç kaldığım dönemler oluyordu. Yurttan gelen para çok azdı, bir haftalık gideri bile karşılamaya yetmiyordu. Yardımıma 14’lü yaşlarda İzmir’de konfeksiyonda çalışan kız kardeşim yetişti. En çok ondan yardım istemek bana ölmek zorunda olduğum hissi vermişti. Şükür ondan bir kez yardım aldım.Bolu’da hem derslerimi iyi çalışıyordum hem de tekrar üniversiteye hazırlanıyordum. Hukuk Fakültesini kazandım ve İstanbul’a gittim. Kardeşim Haydar’ım da gayret etti o da 1 yıl sonra benim gibi Marmara Hukuk Fakültesine yerleşti.Hakkını verdik ve ikimiz de avukat olduk. Ve sonunda başardım bir yıl öncesinde cehennemden çıktım.Yakın zamanda ev de tutabileceğim. Çocuklarıma sükunet biriktiriyorum, cesareti, sevgiyi, şefkati, korkusuzluğu ve yaşama sevincini.

Kader ortaklarımızın hayatında da çok büyük kapılar açacağına inandığım için yazmak zorunluluğu hissettim. seyrettiğim bir videoda; Yetiştirme Yurdundaki çocuklar için ‘onlar belki ünlü bir avukat olacaklar’ ibaresini duymuştum.Evet, geç kalmış olsa da onlardan birisi işte burada demek istiyorum haklı bir gururla.

Bu kutsal mesleğin en layık mücadelecilerinden biriyim. Hayatımda maddi ve manevi çok büyük delikler var ama şükür o kadar büyük ve binde bir avukatın başına gelebilecek işler aldım ki çok kısa sürede ideallerime kavuşacağım.İlkokulda bana annelik yapan gönüllü annem gibi çocuklara sevgi dağıtacağım.

Bu içerik izzet tarafından BİR YETİŞTİRME YURDU ÇOCUĞUNUN KALEMİNDEN… başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/bir-yetistirme-yurdu-cocugunun-kaleminden/feed/ 0
SİNEK MİSİN ARI MI? http://sanalsosyal.com.tr/sinek-misin-ari-mi/ http://sanalsosyal.com.tr/sinek-misin-ari-mi/#respond Tue, 18 Aug 2020 11:31:04 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9748 “Arıları ve sinekleri ağzı açık bir şişeye koymuşlar. Şişenin taban tarafını ışığa doğru, Açık olan ağız kısmını da karanlığa doğru yerleştirmişler. Arıların hepsi ışık olan tarafa doğru ilerlemiş . Ama şişenin tabanı kapalı olduğundan dışarı çıkmayı başaramamışlar. Bu arada sinekler, şişenin ağzına doğru doluşmuşlar ve dışarı çıkıp karanlıkta kaybolmuşlar. Karanlık tarafta bulunan şişenin açık ağzına […]

Bu içerik izzet tarafından SİNEK MİSİN ARI MI? başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
“Arıları ve sinekleri ağzı açık bir şişeye koymuşlar.

Şişenin taban tarafını ışığa doğru,

Açık olan ağız kısmını da karanlığa doğru yerleştirmişler.

Arıların hepsi ışık olan tarafa doğru ilerlemiş .

Ama şişenin tabanı kapalı olduğundan dışarı çıkmayı başaramamışlar.

Bu arada sinekler, şişenin ağzına doğru doluşmuşlar ve dışarı çıkıp karanlıkta kaybolmuşlar.

Karanlık tarafta bulunan şişenin açık ağzına doğru tek bir arı bile gitmemiş…

Camın önünde ışığa doğru çabalamaya devam etmişler.

İnsanın aklına hemen arıların akılsızca davrandıkları geliyor.

Ancak daha derinlemesine düşününce;

Karşımıza anıt gibi dikilen bir yaşam tarzı ortaya çıkıyor….

A. Einstein e göre arılar olmazsa, insan yaşamı 4 yıl sonra son bulur…

Arılar nerede, hangi çiçek ile besleneceğini bilen, yüzlerce kovan arasında kendi kovanını bulabilen, Ve o kovanın yüzlerce peteği arasından kendininkine yumurtlamayı hiç şaşırmadan uygulayabilen bir canlıdır…

Ve bu olağanüstü canlı Nasıl olur da şişenin ağzını bulup çıkamaz değil mi?

Kuşkusuz Işığa doğru yürüyenlerin önünde her zaman engeller olacaktır…

Onlar, engellere rağmen ışıktan vazgeçmeyeceklerdir…

Ve bu uğurda da gerektiğinde ölmeyi göze alabileceklerdir.

Sinekler ise karanlığa doğru sıvışan kaçaklardır.

Hiç umursamadan Karanlığa doğru yürüyenlerdir.

Sinsi, ilkesiz, yüreksiz, korkak, bencil varlıklardır.

Sadece kendi yaşamları değerlidir.

Nerede yemek varsa, nerede rahat yaşayacaklarsa, nerede çok para kazanacaklarsa oraya giderler. Değerlerin bi önemi yoktur….

Arıyı kovalamak isterseniz o kaçmaz, sizinle savaşır.

İğnesini sapladığında öleceğini bilerek savaşır.

Ve değerleri için ölür.

Ama sinekler kaçarlar. Sonra yılışık yılışık tekrar dönerler terkettikleri yere…

Mikrop taşıyan ayaklarıyla ezerler; yaşadığımız her yeri…

Arılar yumurtalarını yalnızca kovanlarına bırakırlar.

Oysa sinekler her yere yumurtlar, her yerde ürerler.

Çöplüklerde, tuvaletlerde, bataklıklarda… Onlar için yumurtalarını bırakacakları yerin bile hiç önemi yoktur.

Sinek olup karanlığa mı?

Arı olup aydınlığa mı?

Engellere rağmen ışığa yürüyenlere, ışığa ulaşmak için çabalayanlara, insanca değerler yaratma adına mücadele edenlere ve ışık saçanlara selam olsun…

alıntıdır

Bu içerik izzet tarafından SİNEK MİSİN ARI MI? başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/sinek-misin-ari-mi/feed/ 0
BİR KÖY OKULUNUN YEMEKHANESİNDE… http://sanalsosyal.com.tr/bir-koy-okulunun-yemekhanesinde/ http://sanalsosyal.com.tr/bir-koy-okulunun-yemekhanesinde/#respond Tue, 18 Aug 2020 11:27:21 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9771 Mesleğine bizim kasabada başlayan Murat Hoca, ben ortaokuldayken iki sene boyunca Türkçe dersimize girmişti. Güler yüzü ve sıcak kanlılığından dolayı öğrencilerin çevresinde olmaktan mutlu olduğu bir öğretmendi. Dersleri sevilirdi ve bu sevginin öncelikli sebebi mesleki bilgisi veya tecrübesinden öte ilişki kurmak konusunda iyi olmasıydı. Arkadaş tarafı baskın bir öğretmen olduğu için onunla sohbet etmeyi sever, […]

Bu içerik izzet tarafından BİR KÖY OKULUNUN YEMEKHANESİNDE… başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Mesleğine bizim kasabada başlayan Murat Hoca, ben ortaokuldayken iki sene boyunca Türkçe dersimize girmişti. Güler yüzü ve sıcak kanlılığından dolayı öğrencilerin çevresinde olmaktan mutlu olduğu bir öğretmendi. Dersleri sevilirdi ve bu sevginin öncelikli sebebi mesleki bilgisi veya tecrübesinden öte ilişki kurmak konusunda iyi olmasıydı. Arkadaş tarafı baskın bir öğretmen olduğu için onunla sohbet etmeyi sever, içimizdekileri ortaya koymaktan çekinmezdik.

Benim de tüm öğrenciler gibi Murat Hoca ile aram gayet iyiydi. Orta okulu bitirip kasabadan ayrılışımdan kısa bir süre sonra Murat Hoca’nın da başka bir şehre tayini çıkmasına rağmen bu güzel ilişkinin verdiği tatlı hislerle onunla iletişimimi devam ettirmeye özen gösterdim. Yılda üç dört kez yaptığımız telefon görüşmelerinin dışında iki kez de yüz yüze görüşme fırsatımız oldu.

Bu görüşmelerden ikincisi birkaç yıl önce beni, mesleğine devam ettiği şehre davet etmesiyle oldu. İki günlük bu ziyaretimin bir gününü Murat Hoca’nın çalıştığı okulda geçirdim. Murat Hoca o gün beni, sınava hazırlananlar başta olmak üzere dersine gireceği öğrencilerle tanıştırmayı, derslerin programını aksatmayacak şekilde onlarla biraz sohbet etmemi istiyordu. Ben de bunun için epey heyecanlıydım. Yağmurlu bir pazartesi günü, ilçeye 40 kilometre mesafede olan dağ köyüne gitmek için erkenden yola koyulduk. Bol virajlı ve yokuşlu bir yolcuğun ardından köy okuluna vardık. Köye hakim bir tepede bulunan okulun oldukça şirin bir binası ve epey geniş bir bahçesi vardı. Çevredeki daha küçük köylerden taşımalı sistemle gelen öğrenciler de bu okulda eğitim görüyordu.

Okula girip öğretmenler odasında diğer öğretmenlerle tanıştıktan sonra Murat Hoca’nın o gün ilk dersinin olduğu sınıfa yöneldik. Bir yabancı olarak sınıfa girmemle birlikte tüm meraklı gözler üzerime toplandı. Murat Hoca beni öğrencilerine tanıtıp, merak ettikleri soruları sorabileceklerini, sohbet edebileceğimizi söyledi, ardından da daha rahat konuşabilmemiz için bir süreliğine sınıftan ayrıldı.

Çocuklar bakışlarıyla beni biraz süzdükten sonra yavaş yavaş ısındılar. Önce her sınıfta bulunan türde atılgan birkaç öğrenci Murat Hoca ile tanışıklığımızın detaylarını sordu, ben bu detaylardan bahsettikçe diğer öğrencilerden de yeni sorular geldi. Derken yaşımı, memleketimi, okuduğum okulları, tuttuğum futbol takımını, sigara içip içmediğimi ve daha merak ettikleri bir çok soruyu sordular. Sonrasında ben de isimlerini, ilgilerini çeken meslekleri ve kendilerine dair birkaç detayı öğrenmek için her biriyle sırayla kısa sohbetler yaptım. Çok kısa süre içinde birbirimize iyice alıştık. Bana bir şey soracakları zaman kimi söze “Emre abi!” diye başlarken, kimi de “Örtmenim! Ay özür Emre abi!” diyerek başlıyordu. Kısa bir süreliğine de olsa, bir öğretmenin durduğu yerden onlara bakmak ve “örtmenim!” kelimesini duymak içimi pek güzel duygularla doldurmuştu. Ve ben de ortaokulu bir köy okulunda okuduğum için olsa gerek, o koşullar içindeki çocukların hissedişlerini ve düşünüşlerini daha iyi anlayabiliyor, kendimi onlara çok yakın hissediyordum.

Bu şekilde başka birkaç sınıfla daha tanışıp, çok doyumlu, keyifli sohbetler yaptıktan sonra yemek vaktinin geldiğini belirten zil çaldı ve bir saat on beş dakikalık öğle molası başladı. Okul taşımalı sistemle eğitim verdiği için öğrenciler evlerine gitmek yerine yemeklerini okul yemekhanesinde yiyorlardı. Murat Hoca ile birlikte biz de yemekhanenin kapısından girdik. Büyüğüyle küçüğüyle bütün öğrenciler yemek kazanlarının üzerinde durduğu masanın önünde sıra oluşturmuştu ve önlüklü iki görevli de tabldotları hızlı hızlı dolduruyordu. Yemekhanede adımlayıp sıraya doğru yaklaşırken bir an duraksadım, sıranın en önündeki bir durum dikkatimi çekmişti; öğretmenler içeri girdikten sonra doğruca sıranın en önüne geçiyor ve beklemeden hemen yemeklerini alıyorlardı. Duraksadığımı gören Murat Hoca ve sabah tanıştığım sıranın önündeki diğer öğretmenlerden birkaçı beni de en öne davet eden el işaretleri yaptılar.

Burada sistem besbelli ki buydu. Fakat biraz önce can cana sohbet edip arkadaş olduğum Mustafa’nın, Hatice’nin, Yakup’un ve diğer çocukların önüne geçmek içime hiç sinmiyor, beni çok rahatsız ediyordu. En nihayetinde onların “açlıkları” benimkinden daha önemsiz değildi ve “insan olarak hakları da” benim hakkımdan daha değersiz değildi. Kendimde bu hakkı görmediğim gibi, öğretmenlerin de böyle davranması garibime gitmişti. Murat Hoca’ya doğru dönüp “Biz de sıraya girelim mi Hocam?” dedim; “Sanki böylesi daha doğru olur…” Murat Hoca onaylayan bir yüz ifadesiyle “evet, aslında doğru” diyerek yanıma geldi. Başka bir şey söylemeye gerek kalmadan anlaştığımızı hissetmiştim. Sonra sıranın önüne, diğer öğretmenlere doğru baktı, mırıldanır gibi bir sesle; “Ben bu okula geldiğimden beri bu böyle” dedi.

Sıraya girmemizle birlikte önümüzdeki öğrencilerin yüzlerinde beliren şaşkınlıkları, birbirlerine bakıp manalı manalı gülüşmelerini ve gözlerinde oluşan tatlı ışıltıyı çok iyi anımsıyorum… O gün, sırada beklediğimiz birkaç dakika boyunca, önümüzde ve etrafımızda bizi gören öğrencilerin alışılmadık, güzel ve çok güçlü bir şeyler hissettiğinden çok eminim…

Çünkü biliyorum ki; ben küçükken, böyle bir anda öğretmenimin arkamda sıra beklediğini görseydim, kendimi değerli ve “var” hissederdim. Hem de bunu öyle güçlü bir şekilde hissederdim ki bir insan olarak hakkımın da farkına varırdım. Ve o an dilim dönüp söyleyemesem de gönlüm muhakkak şunu bilmeye başlardı; Hakkın esas kaynağı “insan olmaktan” gelir. Boyunun uzun kollarının kuvvetli olması, yaşının büyüklüğü, mevkinin yüksekliği ve üstünlük belirten başka hiçbir durumun bu gerçeği değiştiremeyeceğini anlardım. Ve hiç şüphesiz ki bir insanın, diğerinin hakkını elinden alabilecek güçte olmasına rağmen bunu yapmamayı seçmesi, onun hakkını gözetip saygı duyması çok güçlü bir davranıştır. Böylelikle ben de, benden daha zayıf görünenin hakkını gözetmeyi, saygı duymayı öğrenirdim…

Toplumda yaşamasını arzuladığımız her bir değerin; adaletin, saygının, empatinin en başta evde ve okulda çocuklarla kurduğumuz ilişkimizde yaşaması gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Bu da ancak onların içindeki ‘insan’ı görebilmemizle mümkün görünüyor…

alıntı: Emre Pekçetinkaya

Bu içerik izzet tarafından BİR KÖY OKULUNUN YEMEKHANESİNDE… başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/bir-koy-okulunun-yemekhanesinde/feed/ 0
Yazanı Kimdir http://sanalsosyal.com.tr/yazani-kimdir/ http://sanalsosyal.com.tr/yazani-kimdir/#respond Tue, 18 Aug 2020 11:22:37 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9754 Şiiri Hasan Pulur köşesinde yayımlamış. Bir okuru göndermiş, yazanı belli değilmiş. Pulur, defalarca ve ısrarla yazarını bulmak için köşesinde çağrılar yaptıysa da, ne şair ortaya çıkmış nede bir bilen, tanıya. Nerede ne zaman yayımlanmıştı? Bilen de gören de yoktu. Şiir şöyle; “Kavgayı ağacın yaprağına yaz, Sonbahar gelsin, yapraklar kurusun diye. Öfkeyi, bir bulutun üstüne yaz, […]

Bu içerik izzet tarafından Yazanı Kimdir başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Şiiri Hasan Pulur köşesinde yayımlamış.

Bir okuru göndermiş, yazanı belli değilmiş. Pulur, defalarca ve ısrarla yazarını bulmak için köşesinde çağrılar yaptıysa da, ne şair ortaya çıkmış nede bir bilen, tanıya. Nerede ne zaman yayımlanmıştı? Bilen de gören de yoktu.

Şiir şöyle;
“Kavgayı ağacın yaprağına yaz,
Sonbahar gelsin, yapraklar kurusun diye.
Öfkeyi, bir bulutun üstüne yaz,
Yağmur yağsın, bulut yok olsun, diye.
Nefreti, karların üstüne yaz,
Güneş açsın, karlar erisin diye.
Ve dostluk ve sevgiyi, yeni doğmuş bebeklerin yüreğine yaz,
Onlar büyüsün, dünyayı sarsın diye.”
* * *

İzmir’li öğretmen Rahile Horzum, bu şiiri öğrencilerine değerlendirmeleri için ödev olarak verdi.

“Siz kavgayı, öfkeyi, nefreti, sevgiyi ve dostluğu nerelere yazardınız?”
41 öğrenciden gelen cevap kağıtlarından ikisini seçti.

CEREN :
“Kavgayı eski bir kağıda yazmak isterdim,
Çöp sanılıp atılsın diye.
Öfkeyi, bir mendile yazmak isterdim,
Kullanılıp atılsın diye.
Nefreti, sahildeki kuma yazmak isterdim,
Deniz dalgaları büyüyerek yok etsin diye.
Sevgi ve dostluğu, bir tohuma yazmak isterdim,
Büyüyüp dünyayı sarsın diye.”
* * *

MERVE dedi:
“Kavgayı, kömürün üstüne yazmak isterdim,
Kömür yansın, kavga kömürle yanıp yok olsun diye.
Öfkeyi, gecenin karanlığına yazmak isterdim,
Gün ışıyınca, karanlıkla birlikte öfke yok olsun diye.
Nefreti, toprağın üstüne yazmak isterdim,
Herkes toprağa bassın, nefret ezilsin diye.
Sevgiyi ve dostluğu çınar fidanına yazmak isterdim,
Asırlar boyu canlı ve güzel kalsın diye.”
* * *

Rahile öğretmen, öğrencilerinin kavga, dostluk, öfke ve sevgi hakkında ki düşüncelerini okuduktan sonra kendi defterine şu değerlendirme notunu düştü:
“Bence bu çocuklar böyle düşünüyorlarsa, hiçbir şey için geç değil…
Umudum ve dileğim, onların barış, dostluk ve sevgi dolu bir dünyada yaşamaları…”

alıntıdır

Bu içerik izzet tarafından Yazanı Kimdir başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/yazani-kimdir/feed/ 0
Gölge etme başka ihsan istemem http://sanalsosyal.com.tr/golge-etme-baska-ihsan-istemem/ http://sanalsosyal.com.tr/golge-etme-baska-ihsan-istemem/#respond Tue, 18 Aug 2020 11:18:40 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9750 Diyojen, İskender’e ayağa kalkmadı. Hiç istifini bozmadı. Binlerce insan, İskender geliyor diye kırılıp geçiyorken o, yerinden kımıldamadı bile. “Sen ne yapıyorsun, gelenin kim olduğunu bilmiyor musun?” diye tartakladılar. İskender: “Durun, dokunmayın!… “Görmüyor musun? İskender geliyor diye insanlar yerlere yatıp kalkıyorlar. Sen yoksa İskender’i tanımıyor musun?” dedi. Diyojen: “Tanıyorum, iyi tanıyorum ve sizi de iyi biliyorum” […]

Bu içerik izzet tarafından Gölge etme başka ihsan istemem başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Diyojen, İskender’e ayağa kalkmadı. Hiç istifini bozmadı. Binlerce insan, İskender geliyor diye kırılıp geçiyorken o, yerinden kımıldamadı bile.

“Sen ne yapıyorsun, gelenin kim olduğunu bilmiyor musun?” diye tartakladılar.

İskender: “Durun, dokunmayın!…

“Görmüyor musun? İskender geliyor diye insanlar yerlere yatıp kalkıyorlar. Sen yoksa İskender’i tanımıyor musun?” dedi.

Diyojen: “Tanıyorum, iyi tanıyorum ve sizi de iyi biliyorum” diye cevap verdi.

İskender: “O halde söyle! Kimim, ben?”

Diyojen: “Bendemin bendesisin (esirimin esirisin)” dedi.

İskender sarsıldı. Yerinde duramadı ve atından indi. “Ne demek bu?” dedi.

Diyojen: “Sen, toprak için insan öldürüyorsun. Dünya benim esirim, kölem. Sen de benim köleme köle olmuşsun. Kim kime ayağa kalkacak?” dedi.

İskender bunu kabullendi. Diyojen’in büyük bir filozof olduğunu anladı ve dedi ki: “Dile benden ne dilersen!”

Diyojen: “Gölge etme başka ihsan istemem.”

alıntıdır

Bu içerik izzet tarafından Gölge etme başka ihsan istemem başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/golge-etme-baska-ihsan-istemem/feed/ 0
BÜROKRAT BATAK http://sanalsosyal.com.tr/burokrat-batak/ http://sanalsosyal.com.tr/burokrat-batak/#respond Tue, 18 Aug 2020 10:46:53 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9758 Bir bürokrat, görevli olarak şehirden kasabaya giderken yolda sulak ama bataklık bir yerde mola vermiş. Nasıl olmuşsa ayağı kayıp bataklığa düşmüş: – “İmdat, Boğuluyorum. Kurtarın beni!” diye bağırmaya başlamış. O sırada yakınlardan geçen bir köylü vatandaş, sesini duyup yaklaşmış. Bürokrat: “Bataklığa düştüm. Kurtar beni!” diye bağırmış. Köylü: “Geçmiş olsun” demiş. Ama kurtarmak için hiç gayret […]

Bu içerik izzet tarafından BÜROKRAT BATAK başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Bir bürokrat, görevli olarak şehirden kasabaya giderken yolda sulak ama bataklık bir yerde mola vermiş. Nasıl olmuşsa ayağı kayıp bataklığa düşmüş:

– “İmdat, Boğuluyorum. Kurtarın beni!” diye bağırmaya başlamış.
O sırada yakınlardan geçen bir köylü vatandaş, sesini duyup yaklaşmış.

Bürokrat: “Bataklığa düştüm. Kurtar beni!” diye bağırmış.

Köylü: “Geçmiş olsun” demiş. Ama kurtarmak için hiç gayret göstermemiş. Hani neredeyse dönüp gidecek.

Bürokrat paniklemiş ister istemez: “Lütfen, bir dal uzat. Ben falanca bürokratım. Kurtar beni!” diye yalvarmış..

Köylü: “Olmaz sen şu anda hazine toprakları üzerindesin. Hazine malından bir şey almak suçtur”

Bürokrat: “Sen, dalga mı geçiyorsun. Ölüyorum. Kurtar beni!” diye bağırmış ağzına dolan çamurlarla.

Köylü hiç istifini bozmadan cevap vermiş: “Ben Hazine’den mal alıp suçlu duruma düşemem. Fakat, seni böyle bırakacak değilim. Gidip muhtara haber vereceğim. O kaymakama, kaymakam da valiyi arar mutlaka. Mal müdürüne talimat verilir. Şayet, hazine arazisi değilse. İtfaiyeye talimat verir ve seni kurtarırlar…”

Bürokrat: “Yahu.. Bunlar oluncaya kadar ben ölürüm.”

Köylü gülmüş: “Ben ölmezsin demiyorum ki…
Bizim devletle bir işimiz olsa Siz de bu yolları önermiyor musunuz???…
Biz de ordan oraya gide gide ölüyoruz adeta….
Sen de Ölsen, mevzuata uygun ölmüş olursun!.

alıntıdır

Bu içerik izzet tarafından BÜROKRAT BATAK başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/burokrat-batak/feed/ 0
VİRÜSLE İLGİLİ DİKKAT ÇEKİCİ BİR YAZI http://sanalsosyal.com.tr/virusle-ilgili-dikkat-cekici-bir-yazi/ http://sanalsosyal.com.tr/virusle-ilgili-dikkat-cekici-bir-yazi/#respond Tue, 18 Aug 2020 10:43:49 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9764 Bakteriler canlıdır. Virüs canlı değildir, ölü de değildir. “Uygun koşullarda canlanabilen” bir varlıktır. Bu ne demek? Basitçe şöyle düşünelim: Bakteri diyelim ki “fare” olsun. Virüs de bir “yumurta”. Fare canlıdır. Yumurta canlı değildir. Ama döllenmişse, uygun sıcaklıkta, uygun sürede bekletilirse civcive dönüşür, yani bir canlı olur. Yine fareye, yani bakteriye dönelim: Fare, fare zehiri ile […]

Bu içerik hizli gonzales tarafından VİRÜSLE İLGİLİ DİKKAT ÇEKİCİ BİR YAZI başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Bakteriler canlıdır. Virüs canlı değildir, ölü de değildir. “Uygun koşullarda canlanabilen” bir varlıktır.

Bu ne demek?

Basitçe şöyle düşünelim:

Bakteri diyelim ki “fare” olsun.

Virüs de bir “yumurta”.

Fare canlıdır. Yumurta canlı değildir. Ama döllenmişse, uygun sıcaklıkta, uygun sürede bekletilirse civcive dönüşür, yani bir canlı olur. Yine fareye, yani bakteriye dönelim:

Fare, fare zehiri ile öldürülebilir. İşte bu “antibiyotik”.

Fareye  zehiri verirseniz ölür. Ama yumurtanın üstüne fare zehiri dökerseniz hiç bir şey olmaz. Yani antibiyotikler virüslere etki etmez.

Fareyi bir kutuya kapatıp aç-susuz bırakırsanız ölür.

Yumurtayı bir kutuya kapatsanız haftalarca bozulmadan durabilir.

Yani eğer bağışıklık sisteminiz güçlüyse belli bir süre sonra bakteriler kendiliğinden ölecektir.

Ama virüsler, her şeyin içinde ya da üzerinde çok uzun süre bozulmadan yumurta gibi bekleyebilir ve vücudumuza girdiği andan itibaren 4-14 gün içinde canlanır. Bizim elimizdeki virüsün kabuğunu çözündürebilen şey “SABUN”. SABUN virüsün kabuğunu eritiyor. Kabuğu eriyen virüs ölüyor. Sabunun kabuğu eritebilmesi için en az 1 DAKİKA KABUKLA TEMAS ETMESİ GEREKİYOR

ALKOL DE VİRÜSÜN KABUĞUNU çözündürüyor, AMA sabundan farklı olarak; o boş kabuktan kurtulamıyorsunuz, elinize yapışık halde kalıyor. Evet, artık zararsız ama yine de elinizde virüs kabuklarıyla dolaşmak istemezsiniz. Örneğin dışarıda alkolle elinizdeki virüsü öldürdünüz, ilk fırsatta yine sabunlayın ki su kabukları da alıp götürsün.

BUNU LÜTFEN ÇOCUKLARINIZA ÖRNEKLEYEREK ANLATIN. SADECE “ELLERİNİ YIKA” DEDİĞİNİZDE KONUNUN ÖNEMİNİ KAVRAYAMAYABİLİRLER.

VİRÜS BU GÜNLERDE YİNE ATAKTA.

KURALLARA UYMAK SADECE SİZİ VE SEVDİKLERİNİZİ DEĞİL, HEPİMİZİ KORUYUP KURTARABİLİR.

Bu içerik hizli gonzales tarafından VİRÜSLE İLGİLİ DİKKAT ÇEKİCİ BİR YAZI başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/virusle-ilgili-dikkat-cekici-bir-yazi/feed/ 0
Elini Çıkarmadan Mümkün Olmayacaktır http://sanalsosyal.com.tr/elini-cikarmadan-mumkun-olmayacaktir/ http://sanalsosyal.com.tr/elini-cikarmadan-mumkun-olmayacaktir/#respond Tue, 18 Aug 2020 10:41:00 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9766 Konfüçyus, bazı insanlara bir şey öğretmenin en iyi yolunun bunu örneklerle göstermek olduğunu biliyordu. Bu yüzden sınıfın tam karşısına geçti. Eline bir vazo aldı, tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havada tuttu. Diğer elinde bir elma vardı. Öğrencilerin meraklı bakışları arasında, elmayı vazonun içinde bıraktıktan sonra, vazoyu yere koydu ve şöyle dedi: “Elmayı vazodan çıkarmayı başaran […]

Bu içerik izzet tarafından Elini Çıkarmadan Mümkün Olmayacaktır başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Konfüçyus, bazı insanlara bir şey öğretmenin en iyi yolunun bunu örneklerle göstermek olduğunu biliyordu. Bu yüzden sınıfın tam karşısına geçti. Eline bir vazo aldı, tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havada tuttu. Diğer elinde bir elma vardı. Öğrencilerin meraklı bakışları arasında, elmayı vazonun içinde bıraktıktan sonra, vazoyu yere koydu ve şöyle dedi: “Elmayı vazodan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı yiyebilir.” Çocuklardan biri açıkmıştı, ilk o davrandı ve elini vazonun dar ağzından içeri soktu. Elmayı yakaladı, çıkarmaya çalışıyor, ama başaramıyordu.

“Elimi çıkaramıyorum!”

Konfüçyus,

“Elmayı sıkı sıkı tutmaktan vazgeçmediğin sürece, elini çıkarman mümkün olmayacaktır,” dedi. Çocuk elmayı elinden bırakmak istemiyordu; ama sonunda zorunlu olarak bıraktı. Elini vazodan çıkardığında, yüzünde şaşkınlık okunuyordu. Elmanın vazodan nasıl çıkarılabileceği konusunda sizin bir fikriniz var mı? Konfüçyus, vazoyu yerden alıp ters çevirdi. Elma vazonun içinden yuvarlanıp avucunun içine düştü. Çocukların hepsi gülmeye başladı. Aslında o kadar basit bir şeydi ki bu!

Konfüçyus, “Fakat bu, göründüğü kadar basit değil,” dedi. Elmayı havada tutuyordu konuşurken. “Bazen bir şeyi gerektiğinde bırakabilmek, zor bir iştir. Onu bırakabilmek de bir beceridir. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda, ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız. Eğer yanlış bir şey yapıyorsanız, o zaman buna son vermelisiniz. Eğer kendinize ve başkalarına karşı dürüst davranmıyorsanız, bu hilekarlığı hemen durdurmalısınız. İşte, ancak o zaman hedefinize ulaşabilirsiniz.

Bu içerik izzet tarafından Elini Çıkarmadan Mümkün Olmayacaktır başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/elini-cikarmadan-mumkun-olmayacaktir/feed/ 0
YOL HİPNOZU NEDİR ? http://sanalsosyal.com.tr/yol-hipnozu-nedir/ http://sanalsosyal.com.tr/yol-hipnozu-nedir/#respond Tue, 18 Aug 2020 10:32:15 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9780 Yol hipnozu çoğu sürücünün bilmediği ve farkında olmadığı bir fiziksel durumdur. Yola çıktınız 2.5 saat sonra yol hipnozu başlar , hipnoz olan sürücünün gözleri açıktır . Ancak gözün gördüğünü beyin kayıt etmez , analiz etmez . Yol kenarında duran araca veya önde giden TIR’ a arkadan çarpma kazalarının bir numara sebebi YOL HİPNOZU dur . […]

Bu içerik izzet tarafından YOL HİPNOZU NEDİR ? başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Yol hipnozu çoğu sürücünün bilmediği ve farkında olmadığı bir fiziksel durumdur.
Yola çıktınız 2.5 saat sonra yol hipnozu başlar , hipnoz olan sürücünün gözleri açıktır .
Ancak gözün gördüğünü beyin kayıt etmez , analiz etmez .
Yol kenarında duran araca veya önde giden TIR’ a arkadan çarpma kazalarının bir numara sebebi YOL HİPNOZU dur .

Kocatepe Cami İmamı İsmail Coşar da Yol hipnozu kurbanı oldu .
YOL HİPNOZU olan sürücü çarpma anına kadar son 15 dakika hiçbişey hatırlamaz .
Kaç km hızla gittiğinin , önündeki aracın hızını analiz edemez , genellikle çarpışma 140 km ve daha üzeridir .

YOL HİPNOZU ‘ndan korunmak için 2-2.5 saate 15 -30 dakika durmak hava almak , kahve içmek gerekir .

Yol hipnozu uzun yolda 4. Saate zirve yapar . Film tamamen kopmuş olur.
Yolda giderken belli yer ve araçları not edip hatırlamak yapmak gerekir .

Son 15 dakika hiçbişey hatırlamıyorsan kendini ve yolcuları ölüme götürüyorsun demektir .

Bu Hipnoz gece daha çok olur ve yolcular da uyuyor ise durum çok vahim olur .
Sürücü her 2.5 saate durmalı ve dinlenmeli , zihni sürekli açık olmalıdır .

  • Gözler açık fakat zihin kapalı ise , ya ölürsün , ya yaralı veya maddi hasarlı.

Bu içerik izzet tarafından YOL HİPNOZU NEDİR ? başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/yol-hipnozu-nedir/feed/ 0
Berlin’de Ermeni Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Cümle http://sanalsosyal.com.tr/berlinde-ermeni-bir-ailenin-hayatini-kurtaran-cumle/ http://sanalsosyal.com.tr/berlinde-ermeni-bir-ailenin-hayatini-kurtaran-cumle/#respond Tue, 18 Aug 2020 10:30:00 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9777 1930’lu yıllarda İstanbul’dan Berlin’e göç eden Peştemalcıyan Ailesi’nin ilginç hikayesi. olayın kahramanları 1930’lu yıllarda bakırköy’den berlin’e göç eden peştemalcıyan ailesi‘dir. aile, almanya’da düzenini kurar ve işleri de gayet iyi gitmektedir lâkin bu dönemde ikinci dünya savaşı patlak verir. hepimizin bildiği üzere ilk başlarda almanya lehine devam eden savaş daha sonra naziler için bir yıkım hâlini […]

Bu içerik izzet tarafından Berlin’de Ermeni Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Cümle başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
1930’lu yıllarda İstanbul’dan Berlin’e göç eden Peştemalcıyan Ailesi’nin ilginç hikayesi.

olayın kahramanları 1930’lu yıllarda bakırköy’den berlin’e göç eden peştemalcıyan ailesi‘dir. aile, almanya’da düzenini kurar ve işleri de gayet iyi gitmektedir lâkin bu dönemde ikinci dünya savaşı patlak verir. hepimizin bildiği üzere ilk başlarda almanya lehine devam eden savaş daha sonra naziler için bir yıkım hâlini alacaktır. 1945 yılının mayıs dönemlerinde kızıl ordu, berlin’i işgal eder. sovyet askerleri her yeri yağmalamaya başlarlar. tecavüzlerin, yargısız infazların ardı arkası kesilmez.

sovyet yönetimi de berlin’deki bütün ev ve dükkanların kapılarının sovyet askerlerine açık hâlde durmasını emreder. peştemalcıyan ailesi’nin dükkanları da bu emir üzerine kapı açık şekilde beklemektedir. bu halı mağazasının arkasındaki iki göz odada yaşayan aile, işgal günlerinde bir gün iki sovyet askerini bulurlar karşılarında. aram peştemalcıyan ve eşi ne yapacaklarını şaşırmış hâldeler iken askerlerden biri, ailenin genç kızına yaklaşır ve aram, babalık güdüsüyle askerin üzerine atılır. diğer asker hemen silahını aram’a doğru uzatınca aram’ın ağzından hayatını kurtaracak o kelimeler dökülür:

şimdi boku yedik!

sovyet askeri bir anlık şaşkınlıkla ondan aynı cümleyi tekrar söylemesini ister ve aram bu cümleyi tekrarlar. asker, silahını indirip aram’a sarılır ve “biz kardeşiz” der. “türk müsün?” diye sorar asker aram peştemalcıyan’a ve “evet” yanıtını alınca kendisinin de bir tatar türkü olduğunu söyler. aile derin bir nefes alır. tatar askerler bu aileye zarar verilmemesi konusunda diğer askerleri uyarır. nihayetinde ailenin başına hiçbir şey gelmez.

yıllar sonra bir gün aile bu olayı bir türk gazeteciye anlatır ve yaptırabilirlerse bu sözü türk hat sanatıyla levhalaştırıp dükkanlarının duvarına asmak istediklerini söylerler. gazeteci istanbul’a döndüğünde soluğu ünlü hattat emin barın’ın yanında alır. hikâyeyi baştan sona anlatır. olaydan etkilenen emin barın, “şimdi boku yedik” cümlesini hat sanatı ile yazıya döker. kenarları süslenen levha, almanya’ya peştemalcıyan ailesi’ne gönderilir.

Bu içerik izzet tarafından Berlin’de Ermeni Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Cümle başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/berlinde-ermeni-bir-ailenin-hayatini-kurtaran-cumle/feed/ 0
Baba ile Oğul http://sanalsosyal.com.tr/baba-ile-ogul/ http://sanalsosyal.com.tr/baba-ile-ogul/#respond Wed, 29 Jul 2020 12:38:21 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9676 60’lı yaşlarda baba 25-30 yaşlarda oğlu ile beraber bahçede oturuyorlardı ağaca bir kuş gelmiş dalda neşe ile oynuyor, baba oğluna sordu bu nedir? evladı cevapladı; kuş babanın gözü kuştaydı.Devamlı onu takip ediyordu ve tekrar oğluna sordu  bu nedir? oğlu sıkılgan bir şekilde kuş dedi babanın gözü yine kuştaydı ve tekrar oğluna sordu bu nedir? diye […]

Bu içerik izzet tarafından Baba ile Oğul başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
60’lı yaşlarda baba 25-30 yaşlarda oğlu ile beraber bahçede oturuyorlardı ağaca bir kuş gelmiş dalda neşe ile oynuyor, baba oğluna sordu bu nedir? evladı cevapladı; kuş babanın gözü kuştaydı.Devamlı onu takip ediyordu ve tekrar oğluna sordu  bu nedir? oğlu sıkılgan bir şekilde kuş dedi babanın gözü yine kuştaydı ve tekrar oğluna sordu bu nedir? diye sordu oğlu ise hiddetli ve kızgın bir şekilde kuş o kuş baba anlamıyor musun?  duymuyor musun?

kuş neden tekrar, tekrar soruyorsun bilmiyormuş gibi dalga mı geçiyorsun diyerek çıkıştı.Baba sanki böyle bir tepkiyi ondan beklercesine ve ona hayatının en büyük dersini vermek için ayağa kalktı az sonra elinde bir defter ile elinde tekrar balkona geldi oğlunun yanına oturdu sayfayı açtı ve okumasını istedi oğlu içinden okuyacakken babası sesli bir şekilde okumasını istedi ve notta şunlar yazıyordu

“Bugün oğlumla beraber parka gittik oğlum yürümeye ve konuşmaya başladı biz otururken bir kuş geldi oynuyordu oğlum sordu baba bu ne? kuş oğlum dedim az sonra tekrar sordu baba bu ne?

Kuş biraz sonra bir daha baba bu ne? kuş dedim defalarca, onlarca kez sordu ve ben her seferinde kuş dedim sevgiyle ve en sonunda oğlum bana bu kuş dedi. Seviyorum seni canım oğlum benim iyi ki geldin aramıza neşe kattın yuvamıza”

oğlu bu notu okuduktan sonra gözleri doldu yutkundu ve şunları diyebildi affet beni baba o sabrı ben gösteremedim özür dilerim canım babam seni çok seviyorum BABA…

Bu içerik izzet tarafından Baba ile Oğul başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/baba-ile-ogul/feed/ 0
Baba Ne Demek? http://sanalsosyal.com.tr/baba-ne-demek/ http://sanalsosyal.com.tr/baba-ne-demek/#respond Wed, 29 Jul 2020 12:36:19 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9678 Delikanlı 16 yaşındayken babasıyla tartışmış ve evi terk etmiş. Buna çok öfkelenen baba artık evde onun adı dahi anılmayacak diye yasak koymuş, anne her gece evi terk eden oğlunun yastığını koklayarak uyuyormuş. Oğlumu özledim, ne olur gidip arayalım bulup getireli dese de baba geri adım atmıyormuş. Bu süre içinde aradan 2 sene geçmiş oğlunun doğum […]

Bu içerik izzet tarafından Baba Ne Demek? başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Delikanlı 16 yaşındayken babasıyla tartışmış ve evi terk etmiş. Buna çok öfkelenen baba artık evde onun adı dahi anılmayacak diye yasak koymuş, anne her gece evi terk eden oğlunun yastığını koklayarak uyuyormuş. Oğlumu özledim, ne olur gidip arayalım bulup getireli dese de baba geri adım atmıyormuş. Bu süre içinde aradan 2 sene geçmiş oğlunun doğum günü o yıl babalar günü ile aynı güne denk gelmiş.

Annesinin dayanamadığını o ağlamaklı halini,  yüreği parçalanan halini görünce babada dayanamadı ve dedi ki şu adrese git oğlunu gör ve ekledi adresi benim verdiğimi söyleme ama git oğlunu gör ama adresin benim verdiğimi kesinlikle söyleme ve birkaç şey daha söyledi ama anne duymuyordu artık aklında bir tek  adres kalmıştı, kadıncağız sevinçten uçuyordu adeta.

Hemen hazırlandı yola çıktı, büyük bir şehrin karşı yakasındaydı babanın verdiği adres ve gittiği adres bir tamirhaneydi, anne evladını tulum içinde gördü bir süre ıslak gözler ile dükkanın karşısında izledi, oğluna doğru yaklaşmaya başladı, iki yıl boyunca kendisini hiç arayıp sormayan ailesini unutan delikanlı aniden annesini karşısında görünce önce şaşırdı sonra koşup sarıldı annesine.

Babası hariç herkesi soruyordu, o nasıl, bu nasıl, şu nasıl diyerek herkesi sordu. Sonunda dedi ki o adam nasıl? Hala aksi ve anlayışsız mı? Anne cevapsız bıraktı bu soruyu. Hadi oğlum ne olursun gel evimize gidelim.  Yok dedi çocuk, hayır anne ne olur ısrar etme ben böyle iyiyim o adamla tekrar aynı evde yaşamam dedi ve döndü dükkana doğru yürümeye başladı. Arkasından bir süre baka kalan anne hazırladığı pastayı oğluna vermek için seslendi. Delikanlı pastayı alırken annesine, anne dedi ne olur ısrar etme gelmeyeceğim dedi, bir gün bile merak edip arayan sormayan adamla aynı evde yaşamam dedi.

Anne boynu bükük oğlunun yanından ayrılmaya hazırlanırken peki oğlum dedi sen bilirsin dedi, anlaşılan çok kararlısın gelmeyeceksin ama baban dedi ki son 1 aydır arkadaşlık ettiği çocuktan uzak dursun o çocuk sana zarar verecek , önceki arkadaşı ile barışsın o çocuk iyi çocuk bu kez çocuk dona kalmıştı. Annesi eve döndü babaya sitem etti. Madem biliyordun neden benden sakladın?

Onun için rahattın demek, hep ters görünen aksi görünen baba yutkundu gözlerinden iki damla yaş akı verdi, o benim canımdır dedi.

Ne zamandandır beridir gittiğini, orada olduğunu biliyordun diye sordu anne. Gittiği günden beridir biliyorum bazen öğle molasında ne yiyor ne içiyor diye gider uzaktan izlerdim onu, bazen akşamları geç gelirdim ya hani sen beni kahvede bilirdin. İşte o zamanlar da ne yapıyor ne ediyor kimlerle takılıyor diye takip ederdim.

Karı koca birbirlerine sarılıp ağlarken kapı çalmıştı. Elleri ile gözlerini silerek kapıyı açmaya gitti anne, annesinin kendisine yaptığı pastadan daha büyük pasta ve hediye paketiyle içeri girdi delikanlı. Koşarak babasına sarıldı, babalar günün kutlu olsun babaam dedi. Babalar günün kutlu olsun baba. Delikanlı anlamıştı kendisine hiç bakmadığını düşündüğü babasının aslında gözünü hiç üzerinden ayırmadığını.

Evet babalar biraz taş olur, babalar biraz katı durur, dik durur bazen kızar bağırır ama hep evlatlarının iyiliği içindir. Hangi baba evladının kötülüğünü ister ki zaten ama evlatlar çocukken bunu anlayamaz. Onlarda bir gün ana baba olunca anlarlar ama iş işten geçer o yüzden annenin babanın kıymetini onlar başımızdayken anlamak gerek.

Bu içerik izzet tarafından Baba Ne Demek? başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/baba-ne-demek/feed/ 0
Kilitli Kapılar http://sanalsosyal.com.tr/kilitli-kapilar/ http://sanalsosyal.com.tr/kilitli-kapilar/#respond Wed, 29 Jul 2020 12:34:33 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9680 Vaktiyle bir padişah, kendisine bir yardımcı bir Vezir bulmaya karar verdi ve böyle kocaman bir kapı yaptırdı. Yaptırdığı kapının ortasına onlarca kilit yaptırdı. Kimi kilit, kimi halka kilit vesaire derken baştan, aşağı  her yer kilit doldu ve sonra vezir adaylarını bir, bir buyur etti. İlk giren adama dedi ki  sen dedi, benim vezirim olmak istiyorsun […]

Bu içerik izzet tarafından Kilitli Kapılar başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Vaktiyle bir padişah, kendisine bir yardımcı bir Vezir bulmaya karar verdi ve böyle kocaman bir kapı yaptırdı. Yaptırdığı kapının ortasına onlarca kilit yaptırdı. Kimi kilit, kimi halka kilit vesaire derken baştan, aşağı  her yer kilit doldu ve sonra vezir adaylarını bir, bir buyur etti. İlk giren adama dedi ki  sen dedi, benim vezirim olmak istiyorsun değil mi?

Oda evet dedi. eğer benim Vezirim olmak istiyorsan şu kapıyı anahtar kullanmadan, levye kullanmadan hiç bir alet, edevat kullanmadan açmanı istiyorum dedi. Vezir adayı döndü kapıya baktı dedi ki efendi bu mümkün değil! kaldı ki anahtar bile olsa bu kapıyı açmak saatler sürer. Padişah dedi ki peki sen çık öteki gelsin dedi.

Öteki geldi padişah ona da aynısını söyledi. Oda dedi ki efendim anahtar bile olsa tamam, tamam dedi çık öteki gel öteki gel derken hepsi gelmiş en son vezir adayı girmiş içeriye padişah demiş ki sen vezir olmak istiyor musun? Evet dedi,peki dedi eğer vezir olmak istiyorsan şu kapıyı anahtarsız, levyesiz hiç bir alet, edevat kullanmadan açmanı istiyorum.

Adam şöyle bakmış kapıya bakmış, bakmış, bakmış durmuş biraz dönmüş ve demiş ki padişaha devletli sultanım aslında aklım derki bu kapı böyle açmaya açılmaz lakin bize itmek düşer demiş. Elini şöyle kapıya uzatıp hafif dokununca böyle ittiğinde kapının açılıverdiğini aslında bu kilitlerin hiçbirinin kapalı olmadığını görmüş. Bütün kilitler açık ve adam Vezir olmuş.

Kardeşlerim Cenabı hakkın rızası nerede saklı bilmiyoruz belki bir vakit namazda saklı belki bir  yetimin başını, okşayacağı şefkate, belki bir kediye bir kap su vereceksin o merhametle belki yanından geçen hiç tanımadığın birine Selamün aleyküm demende o da mukabeleyle o da aleyküm selam bunun için Allahın rızası nerde hangi kapıda saklı bilemiyoruz.Bize kullara kapıyı itmek düşer yani inancımızın gereğini yapmak düşer.

Bu içerik izzet tarafından Kilitli Kapılar başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/kilitli-kapilar/feed/ 0
Hayatın Kıymetini Bilin http://sanalsosyal.com.tr/hayatin-kiymetini-bilin/ http://sanalsosyal.com.tr/hayatin-kiymetini-bilin/#respond Wed, 29 Jul 2020 12:32:55 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9682 Acil servisteydim. Mesleğe yeni başlamanın heyecan ve zevkini yaşıyor. Doktor Bey hitabına alışmaya çalışıyordum. Her büyük hastanenin acil servisinde olduğu gibi burada da nöbet hareketli geçiyordur. Tecrübeli uzman hekimlerinin yanında bana pek sorumluluk düşmüyordu. Ne de olsa yeniydim. Ben sadece olup bitenleri dikkatlice izleyerek tecrübe kazanmaya çalışıyordum. Saat gecenin bir buçuğuydu. İki bayan kollarından tuttukları […]

Bu içerik izzet tarafından Hayatın Kıymetini Bilin başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Acil servisteydim. Mesleğe yeni başlamanın heyecan ve zevkini yaşıyor. Doktor Bey hitabına alışmaya çalışıyordum. Her büyük hastanenin acil servisinde olduğu gibi burada da nöbet hareketli geçiyordur. Tecrübeli uzman hekimlerinin yanında bana pek sorumluluk düşmüyordu. Ne de olsa yeniydim. Ben sadece olup bitenleri dikkatlice izleyerek tecrübe kazanmaya çalışıyordum.

Saat gecenin bir buçuğuydu. İki bayan kollarından tuttukları 16-17 yaşlarında esmer topluca bir delikanlıyı hastaneye getiriyordu. Delikanlının babası olduğu anlaşılan bir bey arkalarından soluk soluğa geliyor. Bir yandan da şöyle sesleniyordu;

Baba: – Kurtarın yavrumu, doktor bey, doktor bey.. Kurtarın çocuğumu lütfen kurtarın yavrumu…

Nöbetçi doktor, gecenin yorgunluğuyla gömüldüğü koltuğundan doğruldu. Bu arada hemşireler yeni gelenleri karşılıyordu. Ben doktorun yanında ayakta bekliyordum. Adam konuşmaya devam ediyordu.

-Doktor bey, doktor bey.. oğlum intihar niyetiyle ilaç içmiş. Bunları içmiş, annesi fark edince hemen hastaneye aldık, getirdik.

Doktor sakince; İçtiği ilaçlar yanınızda mı? Diye sordu.

Adam ceketinin ceplerinden hap kutularını çıkarıp doktora gösterdi.

-Şu haptan 15-20 tane, şundan 10 tane, şundan 3-5 tane,  şundan bilmiyorum işte bir sürü içmiş. Ne olur kurtarın yavrumu yav doktor bey.

Doktor – Ne zaman içtiğini biliyor musunuz?

Baba – İki saat kadar olmuş. Ne bileyim doktor bey. Bana da yeni haber verdiler. Koştuk getirdik yavruyu.

Doktor hap kutularını uzun uzun  inceledikten sonra bir delikanlıya bir de kutulara baktı. Ardından kafasını sağa sola sallayıp, yüzünü buruşturarak ‘’yazık, çok yazık.’’ Dedi. Aile daha da endişelendi. Endişe ve merak içinde doktorun bir şeyler söylemesini bekliyor ama doktordan ses çıkmıyordur. Bense gencin midesini yıkayacağımızı düşünüyordum. Sonuçta hap içmiş. Hemen midesini yıkasak ne olur.

Ama doktor ‘’Hmmm.. dedi, yazık, çok yazık.’’ Dedi. Kısa süren bir sessizlik babanın sorusuyla bozuldu.

Baba – Ne yapacağız doktor bey, hadi ben size getirdim yavruyu. Artık bundan sonrası sizde ne olur yardım edin.

Doktorun yüzü gerginleşti. Bakışlarını ümitsizce kaldırdı. Dudaklarını ısırdı. Başını çaresizce sağa sola salladı. Elleriyle de çaresizlik işareti yaptı. Ağzından dökülen son sözler hasta ve yakınları için kurşun gibiydi. Hani derler ya beyninden vurulmuşa dönmek.. Dedi ki;

Doktor – Üzgünüm, yapılacak bir şey yok. Hem bu ilaçlar üstelik geçte kalmışsınız. Ben göz ucuyla aileye baktım.

Hepsinin gözleri çakmak taşı gibi açılmış. Beti benzi atmıştı. Delikanlının yüzü korkuyla gerilmişti. Annesi ve kız kardeşinin desteğiyle ayakta zor duran delikanlı birden doğrulup pür dikkat doktora baktı. Doktorun ifadelerindeki kesinliği ve yüzündeki ciddiyeti görünce sarsıldı. Dizlerinin bağı çözülmüşçesine kendini yere bıraktı. Aile fertlerinin ayakta duracak mecalleri kalmamış olacak ki her biri bir kenara çöktü.

Doktor – Üzgünüm, dedi üzgünüm. Yapılacak bir şey yok. Üstelikte geç kalmışsınız.

Baba ve anne bir şeyler mırıldanıyorlardı. Uzun süren bir suskunluk ve şaşkınlıktan sonra; Ne olacak doktor bey? Hiçbir şey yapamaz mısınız? Biz şimdi ölmesini mi bekleyeceğiz?

Doktor – Artık çok geç dedi doktor. Bu durumda maalesef bir şey yapamayız. Yapsak da yararı olmaz. Herhalde bir saate kadar hastayı kaybederiz. Ama gene de hastayı müşahede altına alalım.

Bende en az aile kadar şaşırmıştım. Delikanlının yüzüne bakıyordum. Ölüm endişesi ve ümitsizlik iliklerine kadar işlemiş gibiydi. 16-17 yaşlarında ya var ya yok. Hap içmiş intihar etmiş acaba derdi neydi?

Kendimce neler hissettiğini düşündüm. Bu genç yaşta ölüme bu kadar yaklaşmak gerçekten zor bir durum olmalıydı. Hem insan bir saat sonra öleceğini bilse neler düşünür, neler hisseder, neler yapardı? Aslında her birimizin ölüme bir saat yaklaşacağı an gelmeyecek mi? Hayatın karmaşa ve medcezirler arasında ölüm gerçeğini nasıl da atlıyor güya kendimize uzak görüyorduk.

Şimdi bu delikanlı geçmişini, arkadaşlarını, ailesini düşünüyor olmalıydı veya ölümden sonraki hayatı. Yani bir saat sonrasını. Belki de arkasından neler düşünüleceğini, konuşulacağını. Halbuki ne kadar çok planı vardı belki. Şimdiyse o planları düşünmek bir yana, son saatini nasıl geçireceğine dair doğru düşünme melekesini bile kaybetmiş gibiydi. Diğer taraftan hayat devam ediyordu.

İçeride yatmakta olan bir hastanın yakınları doktora bir şeyler sorarken sedyeyle bir başka hasta daha getiriliyordu. O ara başka bir doktor kapıdan içeri giriyordu. Biliyorum sohbet için geliyor. Az ötede hemşirelerin küçük teyibinden bir arabesk parça yükseliyor. ‘’Batsın bu dünya.’’ Hayatla ölümün iç içeliği galiba bu diyorum kendi kendime. Bir yanda hastalar bir yanda ölümle çebelleşenler bir yanda da müzik. Ben bunları düşünürken çocuğun babası toparlandı. Yalvaran eda ile sorusunu tekrarladı;

Baba – Doktor Bey, yalvarıyorum size. Hiçbir şey yapamaz mısınız hiç mi ümit yok? Ne olur yardım edin.

İçeri yeni giren doktor kaş göz işaretiyle ne olduğunu sordu. Doktor ayağa kalkıp kesin bir ifadeyle cevap verdi.

Doktor – İntihar girişimi doktor bey geç kalmışlar maalesef durum da ciddi yapılacak bir şey kalmamış. Öldükten sonra raporunu tanzim ederiz.

Söylenenleri dikkatle dinleyen delikanlıyı ölüm gerçeğiyle yüzleşmek ürkütmüştü. Pişmanlık duygusu içerisinde ve titrek bir sesle doktora;Kurtulmak için ne yapmak gerekiyorsa yapmaya hazırım. Ne olur doktor, beni kurtarın. Ölmek istemiyorum, dedi.

Doktor, oralı bile olmadı. Sen intihar etmemiş miydin? Ölmek istemiyor muydun? Şimdi niye kurtulmak istiyorsun?

Ölüme bu kadar yakın bir kimseyi daha önce hiç görmemiştim. Üstelik çokta gençti. Hayalen morga gidip otopsisini düşünüyordum. Demek karşımda duran bu diri beden birazdan ölecek. Otopsi için açılacak ve biz rapor tanzim edip bırakacağız. Hayat ve ölüm.

Yaşamakla ölmek. Genç olmak, yaşlı olmak, hayatı anlamak, ölümü benimsemek.. hayatı ölüme bir girizgah olarak değerlendirebilmek, ölüme her an hazır olmak veya her an kendini hazır hissetmek. Kısacası ölümü kuşanmak, hayata ve ölüme anlam kazandırmak bir sürü düşünce beynime dolaşıyor. Doktor oradan uzaklaştı bende peşinden gittim. Yeniyim ya, biraz da acemilik kokan tavırla sordum. Doktor bey, ya bu intihar girişiminde bulunan delikanlıya serumla bol mahi verip bir yandan da idrar söktürücülerle kanını temizleyemez miydik?

Doktor dönüp gözlerimin içine baktı; Kardeşim görüyorsun. Burada ayakta zor duran yaşlılar biraz daha hayatta kalmak için mücadele ederken bu delikanlı daha 17 yaşında ve intihara kalkışıyor. Ölmek istiyorsa neden ona mani olalım? Biraz isteğiyle baş başa kalsın bakalım. Ölüm neymiş, hayat neymiş düşünsün. Yaşamanın değerini, ailesine ne kadar acı çektirdiğini fark etsin. Dahası Allah’ı hatırlasın, kul olmayı, ölümü ve sonrasını da tabii ki.

Arkasından beni bir kez daha şaşırtan bir kahkaha atıp şöyle dedi; Yoksa sende mi inandın öleceğine? Ne yani delikanlı ölmeyecek mi?

Gülerek ilaç kutularını gösterdi. Elindekiler vitamin hapı, öksürük kesi ve balgam sökücülerdi.

Bu içerik izzet tarafından Hayatın Kıymetini Bilin başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/hayatin-kiymetini-bilin/feed/ 0
Deyimler ve Anlamları http://sanalsosyal.com.tr/deyimler-ve-anlamlari/ http://sanalsosyal.com.tr/deyimler-ve-anlamlari/#respond Wed, 29 Jul 2020 12:30:58 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9684 Deyim: Acından ölmek. Deyim ve anlamı: Çok acıkmak. Deyim: Aldığı abdest ürküttüğü kurbağaya değmemek. Deyim ve anlamı: Sağladığı yararın, verdiği zararı karşılamaması. Deyim: Başının etini yemek. Deyim ve anlamı: Karşısındakini bezdirinceye, bıktırıncaya kadar sürekli konuşmak veya söylenmek. Deyim: Burnunu sürtülmek. Deyim ve anlamı: Sıkıntı çektikten sonra daha önce beğenmediği bir durumu kabul etmek, gururundan vazgeçmek. […]

Bu içerik izzet tarafından Deyimler ve Anlamları başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Deyim: Acından ölmek.
Deyim ve anlamı: Çok acıkmak.

Deyim: Aldığı abdest ürküttüğü kurbağaya değmemek.
Deyim ve anlamı: Sağladığı yararın, verdiği zararı karşılamaması.

Deyim: Başının etini yemek.
Deyim ve anlamı: Karşısındakini bezdirinceye, bıktırıncaya kadar sürekli konuşmak veya söylenmek.

Deyim: Burnunu sürtülmek.
Deyim ve anlamı: Sıkıntı çektikten sonra daha önce beğenmediği bir durumu kabul etmek, gururundan vazgeçmek.

Deyim: Cart curt etmek.
Deyim ve anlamı: Göz korkutmak veya övünmek amacıyla abartılı konuşmak.

Deyim: Cevabı yapıştırmak.
Deyim ve anlamı: Kesin, ters ve karşısındakinin beklemediği bir karşılık vermek.

Deyim: Çalım satmak.
Deyim ve anlamı: Kurulup büyüklük taslamak.

Deyim: Çarkına okumak.
Deyim ve anlamı: Birine büyük kötülük yapmak veya işini bozarak zarar vermek.

Deyim: Dalga geçmek.
Deyim ve anlamı: Üzerinde durulması gereken işle ilgilenmeyerek başka şeyler düşünmek veya yapmak; eğlenmek, alay etmek.

Deyim: Dara gelmek.
Deyim ve anlamı: Aceleye gelmek, mecbur olmak.

Deyim: Eceline susamak.
Deyim ve anlamı: Ölmek istermiş gibi tehlikeli işlere girişmek.

Deyim: Eline su dökemez.
Deyim ve anlamı: Değerce ondan çok geride anlamında kullanılan bir söz.

Deyim: Faka basmak.
Deyim ve anlamı: Tuzağa düşmek, aldatılmak.

Deyim: Fitil olmak.
Deyim ve anlamı: Çok kızmak.

Deyim: Gece gündüz dememek.
Deyim ve anlamı: Vaktin uygun olup olmadığında bakmamak, vakit seçememek; bir işi sürekli olarak, ara vermeksizin yapmak.

Deyim: Güler misin, ağlar mısın.
Deyim ve anlamı: Hem gülünecek hem üzülecek nitelikteki şaşırtıcı olaylar karşısında söylenen bir söz.

Deyim: Hali vakti yerinde.
Deyim ve anlamı: Paraca durumu iy, zengin.

Deyim: Hoşbeş etmek.
Deyim ve anlamı: Sohbet etmek.

Deyim: Icığını cıcığını çıkarmak,
Deyim ve anlamı: İncelenmemiş, elden geçirilmemiş hiçbir yerini bırakmamak, en küçük ayrıntısına kadar incelemek, didik didik etmek.

Deyim: Iska geçilmek.
Deyim ve anlamı: Gözden kaçırılmak, atlanmak, değeri ve önemi anlaşılmaması.

Deyim: İcabına bakmak.
Deyim ve anlamı: Gereğini yerine getirmek; bir şeyi yok etmek,ortadan kaldırmak.

Deyim: İfrit olmak.
Deyim ve anlamı: Çok öfkelenmek, çok kızmak.

Deyim: Kafası kazan gibi olmak.
Deyim ve anlamı: Başında çok ağrı uğultulu bir sersemlik olmak.

Deyim: Köşe kapmaca oynamak.
Deyim ve anlamı: Aynı anda karşılıklı birbirini görmeye gidip yerinde bulamamak, arayıp bulamamak.

Deyim: Laf taşımak.
Deyim ve anlamı: Dedikodu ederek, laf götürüp getirmek.

Deyim: Madalyonun ters tarafı.
Deyim ve anlamı: Olumlu bir iş, bir durum veya bir olayın düşünülmesi işin hesaba katılması gereken olumsuz yönü anlamında kullanılan bir söz.

Deyim: Meydan okumak.
Deyim ve anlamı: Korkmadığını, çekinmediğini açıkça bildirmek, kavga veya yarışmaya çağırmak.

Deyim: Nur inmek.
Deyim ve anlamı: Gökten ilahi ışık yağması.

Deyim: Olmayacak duaya âmin demek.
Deyim ve anlamı: Gerçekleşmeyecek, sonuç vermeyecek işlerle uğraşmak.

Deyim: Ortadan kaybolmak.
Deyim ve anlamı: Nereye gittiği bilinmemek, kimseye sezdirmeden gitmek.

Deyim: Ölçüyü kaçırmak.
Deyim ve anlamı: Yiyip içmekle veya davranışlarda aşırı gitmek.

Deyim: Pabuç eskitmek.
Deyim ve anlamı: Bir iş için bir yere çok gidip gelmek, işi takip etmek.

Deyim: Ruh kazandırmak.
Deyim ve anlamı: Herhangi bir yeri veya şeyi canlı, hareketli, neşeli bir duruma getirmek.

Deyim: Rüyasında görse hayra yormamak.
Deyim ve anlamı: Hatır ve hayalinden geçirmemek, olacağına inanmamak.

Deyim: Saç ağartmak.
Deyim ve anlamı: O işte uzun zaman çalışmış, emek vermiş olmak.

Deyim: Sakız gibi.
Deyim ve anlamı: Ayrılmak bilmez, yapışkan.

Deyim: Sol tarafından kalkmak.
Deyim ve anlamı: Aksiliği, huysuzluğu, tersizliği üzeride olmak; işleri ters gitmek, iyi gününde olmamak.

Deyim: Şafak sökmek.
Deyim ve anlamı: Sabahleyin ortalık aydınlanmaya başlamak.

Deyim: Şeytanın bacağını kırmak.
Deyim ve anlamı: Herhangi bir sebeple yapılmayan bir işe, başlamak veya gidilmeyen bir yere girmek; uğursuzluğu, şanssızlığı, aksiliği yenmek.

Deyim: Taşı sıksa suyunu çıkarmak.
Deyim ve anlamı: Birinin vücutça çok güçlü olduğunu belirtmek için söylenen söz.

Deyim: Tedavülden kalkmak.
Deyim ve anlamı:  Bir paranın, bir uygulamanın, bir geleneğin geçerliliğini yitirmesi.

 Deyim: Usta elinden çıkmak.
Deyim ve anlamı: İşinin ehli olan bir kimse tarafından yapılmak.

Deyim: Uzatmaları oynamak.
Deyim ve anlamı: Bir görevde son zamanlarını yaşamak; oyunda uzatma dakikalarını oynamak.

Deyim: Üstüne yürümek.
Deyim ve anlamı: Korkutmak, yıldırmak, amacıyla saldıracakmış gibi yapmak.

Deyim: Velveleye vermek.
Deyim ve anlamı: Gereksiz telaşa heyecana düşürmek.

Deyim: Yan bakmak.
Deyim ve anlamı: Beğenmeyerek veya düşmanca bakmak; kötü niyet beslemek.

Deyim: Yangına körükle gitmek.
Deyim ve anlamı: Gerginliği, uzlaşmazlığı artıracak biçime davranmak.

Deyim: Zeytinyağı gibi üste çıkmak.
Deyim ve anlamı: Bir konuda haksız olduğunu kabul etmemek, ustalıkla kendini haklı çıkarmaya çalışmak.

Bu içerik izzet tarafından Deyimler ve Anlamları başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/deyimler-ve-anlamlari/feed/ 0
Başka Hareket Öğret http://sanalsosyal.com.tr/baska-hareket-ogret/ http://sanalsosyal.com.tr/baska-hareket-ogret/#respond Wed, 29 Jul 2020 12:29:11 +0000 http://sanalsosyal.com.tr/?p=9689 Japonya’da bir çocuk 10 yaşlarındayken bir trafik kazası geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş. Oysa çocuğun büyük bir ideali varmış . Büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş. Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yıkılan çocuğunun büyük bir depresyona girdiğini gören babası, Japonya’nın ünlü bir Judo ustasına gidip yapılacak bir seyin olup olmadigini sormuş.. Hoca: […]

Bu içerik izzet tarafından Başka Hareket Öğret başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
Japonya’da bir çocuk 10 yaşlarındayken bir trafik kazası geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş. Oysa çocuğun büyük bir ideali varmış . Büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş. Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yıkılan çocuğunun büyük bir depresyona girdiğini gören babası, Japonya’nın ünlü bir Judo ustasına gidip yapılacak bir seyin olup olmadigini sormuş..

Hoca: -Getir çocuğu ..bir bakalım, demiş.
Ertesi gün baba- oğul varmışlar hocanın yanına..
Hoca çocuğu süzmüş ve
-Tamam demiş.. yarın eşyalarını getir, çalışmalara başlıyoruz.

Ertesi gün çocuk geldiginde hocası ona bir hareket göstermiş ve bu hareketi çalış demiş. Çocuk bir hafta ayni hareketi çalışmış..
Sonra hocasının yanına gitmiş. “Bu hareketi öğrendim başka hareket göstermeyecek misiniz?” diye sormuş.

Hocanın cevabı: Çalışmaya devam et olmuş…
2 ay, 3 ay, 6 ay derken çocuk okuldaki bir yılını doldurmuş…

Çocuk bu bir yıl boyunca hep o aynı hareketi tekrarlamış.

Hocanın yanına tekrar gitmiş:
-Hocam bir yıldır aynı hareketi yapıyorum bana başka hareket göstermeyecek misiniz?
-Sen ayni hareketi çalış oğlum. Zamanı gelince yeni harekete geçeriz..
2 yıl, 3 yıl, 5 yıl derken çocuk judodaki 10. yılını doldurmuş.

Bir gün hocası yanına gelip. ..”Hazır ol !” demiş.. Seni büyük turnuvaya yazdırdım.

Yarın maça çıkacaksın!”.. Delikanlı şok olmuş..
Hem sol kolu yok hem de judo da bildigi tek hareket var.

Ünlü judocuların katıldığı turnuvada hiçbir sansının olmayacağını düşünmüş; ama hocasına saygısından ses çıkarmamış…

Turnuvanın ilk günü delikanlı ilk müsabakasına çıkmış. Rakibine bildigi tek hareketi yapmıs ve kazanmış. Derken.. ikinci üçüncü maç…. çeyrek, yari final ve final…
Finalde delikanlının karsısına, ülkenin son on yılın yenilmeyen şampiyonu çıkmıs.

Tam bir üstat; delikanlı dayanamayıp hocasının yanına koşmuş..

-Hocam hasbelkader buraya kadar geldik ama rakibime bir bakin hele.. Bende ise bir kol eksik ve bildigim tek bir hareket var..bu kadar bana yeter.. bari çıkıp ta rezil olmayayım izin verin turnuvadan çekileyim..

-Olmaz demiş hocası. Kendine güven, çık dövüş.
Yenilirsen de namusunla yenil.

Çaresiz çıkmış müsabakaya. Maç başlamış. Delikanlı yine bildigi o tek hareketi yapmış ve tak.!

Yenmiş rakibini şampiyon olmuş.
Kupayı aldıktan sonra hocasının yanına koşmuş:
-Hocam nasıl oldu bu iş? Benim bir kolum yok ve bildigim tek
bir hareket var. Nasıl oldu da ben kazandım.?

-Bak oğlum 10 yıldır o hareketi çalışıyordun. O kadar çok çalıştın ki , artık yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse yok. Bu bir, ikincisi de o hareketin tek bir karşı hareketi vardır. Onun için de rakibinin senin sol kolundan tutması gerekir.!”

Bunu anlatan dostumuz bir de şunu ekledi:
İnsanların eksiklikleri bazen , aynı zamanda en güçlü tarafları olabilir: Ama yeter ki bu eksiklik kafalarında olmasın.

Sevdiklerinizle Paylaşın…

Bu içerik izzet tarafından Başka Hareket Öğret başlığı ile Sanal Sosyal e eklenmiştir.

]]>
http://sanalsosyal.com.tr/baska-hareket-ogret/feed/ 0